DERSİM'DE KIZILBAŞ KÜRTLER
Marjinalite (Aykırılaşma) ve Rafızilik
Peter J. Bumke
Giriş
Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesine yönelik kültürel, coğrafik, etnolojik ve dinsel-tarihsel içerikli literatürde birtakım halk gruplarının coğrafik, ekonomik ve siyasi aykırılaşması ile heterodoks veya rafizi nitelikli dini inanç ve ibadetleri ara- sındaki ilişkiye değinilmiştir. (CANFIELD 1973a, COON 1952, GELLNER 1969, MÜLER 1967, PLANHOL 1968) Zor ulaşılabilen dağlık bölgelerde bulu- nan yerleşim alanları, "geri çekilme" (KROHN 1931: 324, MÜLER 1967) veya "korunma bölgeleri" (PLANHOL 1968) olarak nitelendirilmiştir. Yaşayanların politik tercihlerinden dolayı komşu bölgelerden veya devletin merkezi otoritesin- den ayrılarak kendine öz kültürel sınırları olan bölgeler olarak şekillenmiştir. (CANFIELD 1973a) Siyasi merkezi otoritenin mezhepsel karakteri de bu yerle- şim bölgelerinin bu denli çeşitlenmesinde etkin rol almıştır. Tarihsel açıdan böl- gelerin şekillenmesinde bir veya birkaçı ya da hepsinin bir bölge için ardarda, içi- ce geçmişliği de sözkonusu olabilmektedir.
I. Tarih ve Sosyal Örgütlenme
Aykırılaşma (Marjinalite) ve Rafızilik arasındaki çok yönlü ilişkiye değine- ceğimiz Dersim bölgesi, Fırat'ın üst iki kolu arasında kalmakta ve Doğu'da da Peri Nehri sınırına dayanmaktadır. Dersim bölgesinde 11. yüzyıldan itibaren hü- küm sürmüş olan Selçuklular (CAHEN 1968), Karakoyunlular (SÜMER 1967), Akkoyunlular WOODS 1976) ve Safeviler (SOHRWEİDE 1965, SÜMER 1976) hanedanlıklarından hiçbirisi -19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlılar da da- hil- tam bir denetim ve devlet otoritesini kuramamışlardır. Bu bölge yalnızca ya- kın çevresindeki vadilerde bulunan Tercan, Kığı, Palu, Çarsancak, Pertek ve Çe- mişgezek gibi şehirlerde hüküm süren küçük Kürt ve Türk beylikleri (Dersim Mi- ranlığı gibi) tarafından yönetilmiştir. Bu çoğunluğu Sünni olan beylerden hiçbirisi tarihte düzenli olarak Dersim denilen bölgede vergi ve askerlik sistemini yerleşti- rememiştir. Çağdaş gözlemcilerin ve Dersim'e kadar gitmiş olan ilk seyyahların bize anlattıklarına göre 1955-56 yıllarından sonra Osmanlı padişahlarının bu böl- geye yaptıkları askeri operasyonlar başarılı olamamıştır (ANDRANÎK 1900, BUTYKA 1892a, 1892b, JABA 1860, TAYLOR (1868). Barbara (1471T den Lıı- cas (1700), Brant (1835) ve Moltke (1838)'ye kadar olan seyyahlar (RİTTER 1835:75) Dersim'in görkemli dağlık bölgesinin izlenimlerini Palu ve Erzin- can'dan aktarabilmişlerdir.
Dersim'in güneydoğu bölgesinde yaşayan Kürt îzol Aşireti'nin geleneksel anlatımına göre, ataları 300-400 yıl önce Mardin, Urfa ve Diyarbakır arasında ka- lan Karacadağ bölgesinden çıkarak Malatya üzerinden Dersim'in Mazgirt ilçesine yerleşip, çiftçilik ve küçükbaş hayvancılıkla uğraşmışlardır. Daha önceleri ise, aşiret tarafından göçebe olarak aynı bölge mera olarak kullanılmıştır. Siyasi ne- denlerle onların Türk kökenleri ile ilgilenen, pek güvenilir olmayan bir kaynağa göre, aşiretin Dersim'deki varlığı 13. yüzyıla kadar dayanmaktadır. (FIRAT
1970: 95, BEŞİKÇİ 1977:221) Eski Dersim aşiretleri Bingöl, Palu, Siverek'in Sünni Kürtlerinin konuştuğu Zazaca'yla ağız farklılığı olan Dımilice'yi kullanır- ken, bölgeye sonradan yerleşen Sadi ve Hıran komşu aşiretlerde olduğu gibi, İzol aşireti de tüm diğer Türkiye Kürdistan'ında yaygın olarak kullanılan Kurmanci dilini konuşmaya devam etmişlerdir. (HADANK 1932: 1 ff) Yazılı olmayan akta- rıma göre Hizollar (İzol) yerleşik Dersim aşiretlerinden etkilenerek Aleviliği be- nimsemişlerdir. (1) Bu aşiretin, Mardin ve Malatya kolu halen Sünni'dir. Mazgirt üzerinden Sivas'a geçen diğer bölümü ise Alevi Koçgiri aşiretinin federasyonuna katılmışlardır. (KEMALİ 1932: 146f, SYKES 1915: 373f) Bu durum söylentiler- deki gibi, sonradan gelen aşiretin yerleşik Dersim Alevi aşiretlerine katılımı (kon- versiyon) ve asimilasyonu sonucunda Aleviliği tezine de inandırıcılık kazandır- maktadır. Fakat aynı zamanda diğer yaygın bir söylentiye göre de 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim'in önderliğinde yürütülen ünlü Kızılbaş katliamı sonunda aşiretlerin büyük bölümünün zor ulaşılabilen bu bölgelere çekilirken, kalan bö- lümlerin Sünnileştiği tezi de-tarihçiler için özellikle ikinci tez- muhakkak daha gerçekçi ve çekici gelmektedir ve bu yüzden onların niçin ikinci değil de birinci tezi savundukları sorusu yanıt bulamamaktadır. Bu dönem için Sünnilikle Rafızi- lik arasında ayrım yapmak -özellikle göçebe toplulukları için- oldukça zor, çünkü şehirdışı ve devletin otoritesi dışında kalan her göçebe topluluğuna Rafızilik şüp- hesiyle bakılmaktaydı.
Yalnızca şunu kesin olarak belirtebiliriz ki; Dersim'e göçen ve yerleşen aşi- retler, en azından o tarihten itibaren oradaki yerleşik aşiretler gibi Alevidirler.
İzollar'ın bugün yaşadığı 40'ı aşkın köyler Türk veya Kürt isimlerinden çok Ermeni isimleri taşımaktadır ve Ermeni yazıları olan kilise ve manastır kalıntıları önceki sakinlerini hatırlatmaktadır. (BOUDOYAN ve THİERY, 1972) Fakat Er- meni köylüleri -büyük olasılıkla burada konu edilen Kürt aşiretlerin gelişinden önceki- IV. Ermenistan'da Palnatun ve Kupik kazalarının bir parçası olan Mazgirt ilçesini, verimsiz yamaçları yüzünden terk ederek, Palu etrafındaki Murat ovası- nın verimli topraklarına yerleşmişlerdir. I. Dünya Savaşı'ndaki katliam ve kaçış- lara kadar orada yaşamışlardır (HÜBSCHMANN 1904: 293f, MARKWART 1930). I. Dünya Savaşı'na kadar olan dönemde, Kürt aşiretleriyle Ermeniler ara- sında herhangi bir silahlı çatışma olmadığı yaygın söylentilerden anlaşılmaktadır. Uzun yıllardır Palu'nun kuzeyindeki vadide olan eski Ermeni köylerinde de ku- zeyden gelen İzol'lar yaşamaktadırlar.
Bugün artık pek sık söylenilmeyen bu bölgenin Kürt baladları, zaman za- man geleneksel yaşam biçiminin dramatik manzaralarını biraz abartsa da, onun incelenmesi açısından önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Baladlar; aşiret reisle- rinin öncülüğünde toprak ve otlak için yapılan kan davası biçiminde süren silahlı çatışmaları, kızkaçırmaları, yakılan köyleri ve yağmalamaları, bireylerin akraba- larının desteği olmadan terkedilmişlik duygusu içerisinde kalmaları, namus dava- ları, kahramanları ve öldürülen oğullar için annelerin söyledikleri ağıtları içerdiği sürece, iç siyasi sorunlara çözüm olarak silahlı başkaldırıların tablosunu çizmeye devam edecektir. Kan davalarında bölünmüş muhalefetin kurallarına uygun bi- çimde gerçekleşen (lineages) (Kurmanci: Ezbet) klan'ların birleşmesinden ekono- mik alanda benzer biçimlenişi görülmemektedir. Parsellenmiş tarlaların yağmurlu
ziraatinde geniş bir dayanışma gerekmemektedir. Uzun sürede ürünün eviçi nüfu- sa göre giderek bölünmesi tarlaların giderek küçük parsellere dönüşmesine yolaç- maktadır. Bu rizikoyu azaltmak için daha çok akraba evlilikleri çözüm olmaktadır (BUMKE 1976: 2ff). Aşiret reislerinin ve ağalarının haraç haklan fazla gelişme- mişti. Ağalara düzenli olarak verilmeyen ve miktar olarak değişebilen bu doğal "baç"lar (haraçlar) bugün hâlâ yaşayan eski kuşağın anlattıklarına göre gerekçesi- ni; ağanın yaptığı evsahipliğinden, yağmalardaki öncülüğünden veya komşu aşi- retlerinden gelen saldırılara karşı aşireti savunmasından ve ezbetler arası anlaş- mazlıklarda gördüğü uzlaştırıcı fonksiyonundan almaktadır. Bu hükümranlık ve sömürü istekleri fazla geniş bir alanı kapsayamamıştır. Kısmi olarak işlerden ser- best bırakıldıkları ve evleri de genelde biraz daha konforlu olduğu halde ağaların yaşam düzeyleri aşiret köylülerinden pek farklı değildir. Barış anlaşmalarına ne- den olan komşu aşiretlerle evlilikler ve akraba evlilikleri onların bir iki kuşak ön- cesine değin genetik çizgisinde yüksek oranda katıksızlık göstermektedir.
II. Alevilik- Bir Dinin Tarih İçerisindeki Gelişimi
Bölgenin Alevi kurum ve sembollerinin tarihsel gelişimi bugün yaşayanlar- dan ve 19. yüzyılın yazılı metinlerinden faydalanılarak bu bölümde incelenecek- tir. Buna ek olarak Dersim'deki Aleviliği, yüzyılımızın ayrışma sürecini yeni bir tipin etkileri ışığında ayrıca ele alacağız.
1. Kutsal İnsanlar
Alevi ve Bektaşi tarikatının(2) inanç biçimi ve ibadetleri bakımından ben- zerliklerine sık sık değinilmiştir (BARDAKÇI 1945, BENEKAY 1967, BİRGE 1937, OTYAM 1979). Buna karşın bu ilişkinin örgütsel biçimlenişi üzerinde, özellikle Kürt Aleviler açısından fazla durulmamıştır.
Mazgirt ilçesinde beş seyit(3) grubu bulunmaktadır. Bunların şeceresi Şeyh Ahmed Yesevi, Baba Mansur, Hacı Kureyş, Cemal Abdal ve Seyyit Seyfettin (Seyyit Sabun) gibi Hacı Bektaş çevresinde de bulunan kutsal insanlardır ve Oni- ki İmama dayanmaktadır. Seyitler, inanç ve düşünce gereği dışarıdan evlenmez- ler. Seyyitlerin aşiret köylüleri, yani talipleriyle olan ilişkileri "dört kapıtfyı te- mel alan Bektaşi öğretisine göre düzenlenmiştir. Her Alevi'nin bir rehberi vardır. Bu rehber seyit olmak zorunda ve tabiline dinin temel kurallarını öğretecek yolu hazırlamaktadır. Kapının temel kurallarından on makamından birisi de Sünnet'tir. Rehber Şeriat kapısı içindir. İmamları gerçek "yol"a götüren "pir" de bir seyittir, fakat başka bir gruba mensuptur. Pir Tarikat kapısı içindir (Rehber ve pirlerin bir aşirete mensup olmaları soy olarak belirlenmiştir). Seyitlerin de başka seyit grup- larından gelen rehber ve pirleri vardır. Aşiret köylüleri açısından pir'in pirine Mürşit denilmekte ve dördüncü kapı olan Hakikat kapısının temsilcisi sayılmak- tadır. Bu şekilde seyitlerin arasında bazen birçok zincir halkaları üzerinden gerile- re bağlanan karmaşık bir ağ sistemi örülmektedir, fakat bu hiçbir zaman hiyerar- şik olmamaktadır. Yalnızca bazı seyitler özel bir merasimle Dede sıfatını kazan- makta ve burada bireysel olarak elde edilmiş dini bilgiler ve keramet özelliği öl- çüt olarak alınmaktadır (ANDRANİK 1900: 167f). Fakat bu iki özellik de kişinin şahsından soyuna intikal etmektedir. Üçüncü, yani Marifet kapısına ise musahip- lik gerekmektedir. Bu musahiplik akraba olmayan fakat Alevi olma şartı aranan
iki çift arasında pir'in huzurunda oluşturulmakta ve musahiplere üç dört kuşa evlilik ilişkisi yasağı konulmaktadır. Bu musahiplik, dinsel anlamda bir akrabalıl kardeş bağı olmakla birlikte, ekonomik ve arkadaşlık bakımından sıkı bir day* nışma gerektirmektedir.
Mazgirt'te yaşayan üç aşirete (Hıran, Sadi, Hizol) mensup olanların büyü bir kısmı Baba Mansur Seyid'in taliplerindendirler. Bunlar ise Baba Mansur'u oğullarına göre isimlendirilmiş üç kola daha ayrılmaktadır. (Seyit Kâzım, Sey İbrahim, Seyit Mahmut). Bunların birçoğu bahsedilen üç aşiret arasındaki sini bölgesinde kalan sekiz köyde yaşamaktadırlar (Mahundu, Şöbek, Lüdek, Kupifc Kurkurik, Faroç, Gölek, Teman). Bu jeopolitik konum da, seyitlerin siyasi fonksi yonunu ortaya koymaktadır.
Köylülerle seyitler arasında olan ilişkiler içerisinde en önemli olanı pir iliş kişidir. Zaten çoğu zaman kendi rehberlerinin de pir'i vardır. Başka bir seyit gru buna mensup olan mürşitler ise genellikle acemi taliplerinin yakınında otururla ve onlara sadece seyrek olarak uğrarlar veya hiç uğramazlar. Üç Baba Mansu klanları, üç aşiretin köylerini, her klana üç aşiretten de talip düşecek şekilde bö lüşmüşlerdir. Eğer taliplerin sayısı seyit sayısına uygun oranda artmasaydı, şeyi ve taliplerin artması ona bağlı olarak pir-talip ilişkilerinin soydan verilmesi, top rak mirasında benzer biçimde görülebilirdi. Üstelik Mazgirt'teki seyitler, özellik le Baba Mansur'lar, batı ve kuzeydeki komşularıyla, yani Hacı Kureyş'lilerle v< doğudaki Cemal Abdal'lılarla pir-talip ilişkilerinin odağını oluşturmaktadırlar. Bı konumlarından dolayı onlar Kars, Erzurum, Muş, Bingöl, Erzincan, Sivas, Kayse ri, Malatya, Maraş ve Adana'daki tüm Kürt Alevilerle bağlantı içerisindediıier Türk Alevileri ise bu ilişkiler yumağının dışında görülmektedir. Buraya kadar se- yitlik kurumunun yalnızca biçimsel örgütlenişi ele alınmıştır. Şimdi ise yerli ter- minolojide seyitlerin rolünü belirleyen üç özellik açısından incelenecektir. Seyit- ler ilk başta ffgune"dirler. (Türkçe "günah" kelimesinden bölgesel Kürt şivesine anlam kaybına uğrayarak alınmıştır.) Seyitler bu sıfatı, aynı zamanda güvercinler, bülbüller ve diğer bazı zararsız, masum kuşlarla paylaşmaktadırlar. Yenilmeyen yedi değişik hayvan türünün özelliklerini taşıyan ve böylece her gruplamanın dı- şında kalan ve haram olan tavşanlar da bunlara dahildir. (DAUGLAS 1966: 41ff) "Güne" kavramı, ayrıca kısmi olarak "yazık", "fakir", "savunmasız" gibi, "öz- gür ve bağımsız" sıfatlarıyla da özdeşlik arzeder. Kuşlarla ilgili benzetmeye dö- necek olursak, aşiret yapısı açısından seyitleri, bu yapının dışında olan zararsız ve aynı zamanda saldırılmayan, çünkü savunmasız olan hareketli unsurlar olarak gö- rebiliriz. Politik bakımdan aşiret ağaları ve reisleri, aşiretlerarası anlazmazlıklarda yer yer taraf tuttuklarından, ezbetler arası anlaşmazlıklarda arabulucu olarak fonksiyonu pirler yüklenmişlerdir (ANDRANİK 1900: 167f). Onların aracılığıyla gerçekleşen barış anlaşmalarının sürekliliğini, iki tarafa evlilik veya kirve ilişkisi- ni şart koşarak sağlamaya çalışırlar (KUDAT 1974). Seyitlerin aşiret bölgelerinin coğrafik sınırları içerisinde yaşamaları bu rolün uygulanmasını kolaylaştırmakta- dır. Seyitler hiçbir zaman zor kullanmamakta ve komşu aşiretlerin saldırılarında da kendilerine dokunulmamaktadır. Seyitler bir barışseverlik (Pasifizm) kuralına bağlı olduklarından ancak ikircilikle bir takım kuraldışı durumlardan bahsedil- mektedir. Bunlar, seyitlerin giriştikleri kızkaçırmalardaki zor kullanımı ve kışın
çıkabilecek çatışmalarda atmak için, kar yüzünden zor ulaşılabilecek olan taşlan yazdan topladıkları durumlardır.
Seyitlerin başka bir özelliği ise "yolu" bilmeleri ve soydan gelen "keramet ehli" olmaları, köy halkının gözünde Ali'den gelme "bel evladı" olmalarından da kaynaklanmaktadır. Halbuki Bektaşiler için öğrenerek benimseme yoluyla her insan "yol evladı" olarak "keramet ehli" olabilir.
Bektaşilerin mistik sembolleri burada "ONÎKİ İMAM" soyundan gelmele- rinden dolayı belirli insanları kutsanmış efsanevi görüntülere dönüştürmüştür. Din sosyolojisi açısından Bektaşi Tarikatı'nda; Alevilerin "aşiretsel" köylü kera- met inancıyla, Bektaşi tarikatına girmiş mensuplarının Batıni mistiği arasında bir gerilim ilişkisi sözkonusudur. Alevilikte kutsallığın somutlaşması, belirli kişilere özgü olan keramet yoluyla gerçekleşmektedir. Bir yandan karizması, soydan gel- mesiyle sürekli olarak güncelleşse de, öte yandan efsanevi geçmişinden aynı kişi- lik olarak keramet yoluyla ortaya çıkmakta ve böylece desteklenip güçlenmekte- dir. Bektaşi tarikatında ise kutsallığın somutlaşması tümüyle bu mistik yolun aşa- malarını bir öğretici önderliğinde bireysel olarak izleyerek tamamlayabilmesidir.
Örgütsel olarak karşıtlık, Bektaşi tekkesinin yüzyıllar boyunca ikiye bölün- mesinde aktif rol oynamış, ayrıca ekonomik nedenler de bu şekillenmeye yön vermiştir. (FAROQHÎ 1976: 183ff) Bu kollardan birisi Çelebiler'den oluşmakta- dır. Bunlar soylarının Hacı Bektaş'tan geldiğini iddia edip köy Alevilerinin mer- kezi durumuna gelmişlerdir. İkinci kol ise "dede" ya da "baba"lardır ki, tarika- tın asıl merkezini oluşturmaktadırlar. Alevi ve Bektaşilerin dini gelenekleri, inançları ve efsanelerden oluşan ortak değerlerinin yorumlanış biçimi bu karşıtlı- ğın paralelliğini de yansıtmaktadır.
"Selman-ı Farisi'ye bir arslan gül veriyor ve Farisi vecde giriyor. Bir ko- yun gelip gülü yiyor, hayreti tekrarlanıyor. Selman koyunu güdüyor. Koyun kuzu- luyor, Farisi vecde giriyor. Bir kadın bu kuzunun etinden yediğinde hamile kalı- yor ve bir oğlan doğruyor. Hayranlık dolu dikkatini Selman, çocuğa çeviriyor. Birkaç yıl sonra oğlan çocuğu Selman'a o ilk gülü uzatıyor. Selman-ı Farisi bu olayların Ali'nin değişik tezahürleri olduğunu kavrıyor."
Mazgirt'te yaygın olan bu efsane, bir Bektaşi için Tanrı'nın varlığının canlı ve cansız varlıklardaki yansımasını gösterir. Dersim'deki Aleviler için ise bu da- ha çok Ali'nin doğaüstü yeteneklerine dair bir işarettir. Fakat bu hikâyede, bunun Allah tarafından bahşedilmiş bir keramet mi, yoksa bu kadar çok kerametle ken- disinin tannlaştığı mı, pek seçilememektedir.
Bir soy çizgisinde sürekli olarak aktarılan, bu şekilde de dağılan keramet özelliği açıkça ortadadır. Ancak seyitlere de Allah tarafından verildiği kabul edil- mektedir. Bu keramet kendisini, örnek kişilerin birbirinden uzak farklı yerlerde bulunabilmelerinde göstermektedir, yani zaman ve mekâna doğaüstü bir egemen- lik sergilenmektedir. Bu arada, Hacı Bektaş-ı Veli'nin hayatındaki, duvarın yürü- tülmesi gibi efsanevi olaylar da yer olarak belirlenmiştir (GÖLPINARLI 1958:50). Baba Mansur'un Hacı Kureyş'i karşılarken üzerine binerek yürüttüğü duvar Mohundu/Mazgirt'te halen ziyaret edilmektedir. Bu duvarda ve bölgedeki
diğer ziyaretgâhlarda keramet hâlâ bulunmaktadır. Bu keramet bu yerlerin yal nında kalanların rüyalarının gerçekleşmesinde ve şifa bulmalarında kendini gc termektedir ve bu şekilde Allah'a ulaşan bir araç özelliği taşımaktadır.
Seyitler "yol" bilgilerini "Buyruk" ve ayrıca "Hüsniye" gibi sorulu-c vaplı, kaynağını İmam Cafer Sadık'tan alan kitaplardan almaktalar (AYTEKİ s.a.) Kürt Alevilerinin mezhep dilinde, Pir Sultan Abdal nefeslerinin, Bektaşi liı ğinin Türkçesi olması gibi bu "Hüsniye"de değişik tefsirleri içeren eski Türk« olan yazılı metinleri kapsamaktadır. Bu bilgiler olmadan, yani bu bilgiler seyit olmadan Alevilerin dini toplantıları olan "civat" veya "cem"lerden hiçbiri ge çekleşemez. Bu toplantılar, Hızır İlyas Bay ramı'ndan önce olan perşembe aksar lan bir talibin evinde Pir'in önderliğinde yapılır. Tüm Alevi komşular bu toplanı ya davet edilirler. Evsahibi ile olan küskünlükleri toplantıdan önce çözülmek z« randadırlar. Cem'e gelenler yiyecek ve içeceklerini beraberinde getirirler. Sey gelenlerin herbirini Bektaşilikteki oniki postu temsil eden yerlere davet eder. D vet edilenler "gülbeng" aldıktan sonra yerlerine otururlar, Bektaşi öğretilerinde bilgiler ve sahneler sunulduktan sonra orada bulunanların işledikleri ahlaksal suı lar seyit tarafından Alevi kuralları içerisinde tartışılıp uygun bir ceza verilir; örn< ğin birkaç toplantıya katılmamak ve bir miktar para verilmesi gibi. Daha sonı sazla söylenen nefes ve deyişlerin eşliğinde yemek yenilir ve semah ayininde sonra cem dağılır.
Seyitlerin, bölgede adeta bir ikili hükümdarlık sürdüren aşiret ağalarına ka şı sahip oldukları yaptırım gücü de yaklaşık 1850 yılında ortaya çıkan bir öyküy anımsatmaktadır:
"Bir Hıranlı ağa, pirinden muhabbet yapılmasını rica etmiş. Pir, ağanın tc nınmış bir hırsız ve eşkiya olduğundan dolayı bunun mümkün olmadığını, ilk ör ce sığır hırsızlığını bir yıl için bırakması şartını ileri sürmüş. Ağaya bu şart ço ağır gelmiş. Seyitle uzun süren bir pazarlık sonucu ağanın hiç olmazsa yala söylemiyeceği konusunda anlaşmışlar. Ağa yemin ettikten birkaç gün sonra bı köylünün öküzünü çalmış. Köylü hayvanını ararken ağa ile karşılaşmış ve öküzü nü görüp görmediğini sormuş. Verdiği yemine bağlı olarak ağa, köylüye ahırını yerini göstermiş. Bu olaylar birkaz kez tekrarlandıktan sonra ağa, pirine gidip yalan söylemeden hırsızlık yapmanın mümkün olmadığını, hırsızlığın da artık ta dini kaçırdığını, bundan böyle her ikisini de bırakacağını söylemiş."
Seyitler için kurnazlık ve insan sarraflığı, muhabbetlerin önkoşulu ve amaç olan muhabbeti meydana getirmede birer araç oluşturmaktadır.
Seyitlerin kefalet talep edebilmeleri, yerli terminolojide onların başka bi özelliğini ortaya çıkarmaktadır. Seyitler "gezerler". Diğer aşiret mensupları gib onlar da çiftçi oldukları halde, dini vazifeleri dolayısıyla kısmi olarak işlerinde serbesttirler. Taliplerini ziyaret ettiklerinde onlardan çıraklık alırlar. Bunların bi; kısmını kendileri tüketirler, bir kısmını da yerine iletirler. Bektaşi dergâhınır 1925'te Atatürk tarafından kapatılmasına kadar verilen bu çıraklıkların bir kıs- mıyla da dergâhın ve oraya gelen yoksulların geçimleri sağlanmıştır.
Aleviliğin tarih içerisindeki gelişimini adım adım izleyip, seyit örgütlenme- sinin yapılanışını incelediğimizde; marjinalite (aykırılaşma) ve Rafizilik arasında- ki ilişkinin köylü çekirdeğinin ve kabilelerin toplumsal örgütlenmeleri ve onların siyasi odak güçleriyle uzlaşmaz ilişkileri temel aldığını görmekteyiz (BOBEK 1948). Seyitlerle uzlaştırıcı erk ortaya çıkmaktadır. Bunlar hiçbir zorlamaya bağlı olmadan yalnızca evrensel normlara bağlı kalarak anlaşma törenleriyle tarafların çıkarlarını uzlaştırmaktadırlar.
2. Bayramlar
Ziyaretlere katılanlar arasında dağıtılan kurbanlar, kışın gerçekleşen, aslı Er- meni kökenli olan Kalant Bayramı (MELİKOFF 1975: 277), özel ekmeklerin pi- şirildiği Hıdır-İlyas Bayramı (GÖKALP 1978: 21 lff, MELİKOFF 1978: 277) ile oniki malzemeden hazırlanan Muharremin onuncu gününde çorbası pişirilen Aşu- re Günü, Alevilerin birçok dini bayram ve şenlikleri, dinsel olmayan yemek da- ğıtmalarla benzerlikler göstermektedir. Bunların arasında "ağız açma" (Kırkını verme veya Kurmanci: feki wekirin) yer almaktadır. İbadet, dağıtımın değişik şe- killeriyle bağlantı içerisindedir. Bu geleneksel uygunamalarda ortak olan, kısmi olarak akraba grupların koruduğu aile içi üretimine bağlı olan iş zorunlulukların- dan doğan çıkarlarını bu çerçeve içerisinden çıkararak toplumsallaştırmaktadır. Yani maddi değerleri dağıtanların bu değerlerin yerine, toplumsal prestij ve dini kazancı tercih etmeleri ekonomik değerlerin manevi değerlere dönüşmesini ifade etmektedir (STEINER 1978: 85s). Birtakım değerlerin birbiriyle paylaşımındaki manevi doyumda yatan anlamla vurgulanmak istenilen, Sünnilerin şekilci ibadet biçimleriyie özellikle de namazla olan ince alaycı tutumları sergilenmektedir. Muhabbet'te birlikte yenilen yemek sırasında birbirlerine en iyi lokmaları sunma- ları da aynı motifin ürünüdür.
3. İnanç Yolu
Alevilerin inanç yolu, dünya dinlerinin kuralları gibi genellik taşımaktadır ve imanlılara ilk önce "iyilik"i izlemelerini "kötülük"ten uzak durmalarını öğüt- ler (SCHOLEM 1977: 49). Fakat onlar da inancın temelini birtakım ritüel ibadet- ler değil, toplumsal güncel hayat oluşturmaktadır. Alevilerin dini kimliği şu temel değerler ölçüsünde şekillenmektedir: "Eline, diline, beline sahip olmak." Bura- daki din-tarihsel incelemede İslam Sünniliğinin, Şialığın, Sugizmin, Musevilik ve Hıristiyanlığın ilk ve Ort çağın Gnosislerinin, eski İran'ın Ön Asya ve Ortadoğu Kült düşüncelerinin Alevilik ve Bektaşilikle olan etkileri üzerinde durulmayacağı halde yine de Augustunus'un ilkesini belirtmeden geçemeyeceğiz, "tria signacu- la, poris et manuum et sinüs" (AUGUSTİNUS in MİGNE 1877: 1353f, BAU- UR 1831: 248s, COLPE 1954: 110, POLOTSKY 1977: 133) Alevilerin temel de- ğer ölçülerini oluşturan üç ünlü kavramın başharflerinin toplamı, "EDEB" keli- mesini meydana getirmektedir. Çalmamak ve öldürmemek, onun yerine kendi el emeğiyle çalışmak, sözlerle kimseyi incitmemek, herkese karşı nazik olup tatlı söz söylemek; zina yapmamak yani tek eşli evlilikte eşi dışında bir başkasıyla ilişkide bulunmamak. Bu ilkelerin çiğnenmesi yargılamayı gerektirir, çünkü top- lumda düzensizlik yaratır. Bu ilkelere bağlılık, özellikle üçüncüsü insanı hayvan- sal düzlemden çıkartmaktadır.
4. Sünnilikle İlişkileri
Sünniliğe mensup olanlara göre Dersim'de az olan camiler ve seyide veril helâller (çıraklık) rekât sayılmazsa; Alevilerin islamın beş şartından yalnızca K lime-i Şahadet'i kabul etmeleri Rafızilik'in ispatını oluşturmaktadır. Alevileı dört kutsal kitabı (Tevrat, Zebur, İncil, Kuran) kabul etmeleri de genellikle fa2 ciddiye alınmaz. Ayrıca yeniden düyaya gelmeye inandıkları ve bunun ispatlı da olduğu söylenir (ANDRANİK 1900: 168)
Sünnilerle olan diğer farklılıklar olarak şunlar öne sürülmektedir: Alevi 1 cinsel ilişkiden sonra boy abdesti almamaktadırlar, ayrıca onların hayvanları ( dürdükten sonra kestikleri ve ölü hayvan eti yedikleri söylenmektedir. Buna ı olarak Alevilerin dini toplantılarına, karşı cinsin de katılmasından dolayı birç< çarpık görüntü fantezileri yaratılarak bu toplantılarda onların anne, bacı tanım dıkları söylenmektedir. Bu bağlamda Sünnilerin ortaya attıkları "mum söndü me" kavramı, cem ayini yapması yasaklı bir topluluk olan Aleviler için jurnal bir yakıştırma olarak ortaya çıkmıştır.
Sünnilerle Alevilerin arasındaki farklılıklar, birçok sembolik iade tarzıy ortaya çıkmaktadır. Örneğin Alevilerin kısaltılmayan pala bıyıkları ki, bunlar ay zamanda takvayı da sembolize etmektedir. Fakat bu, tavşan etine duyulan tiksi tiyle birlikte Rafıziliğin birer göstergesi sayılmaktadır. Tüm bu zıtlıklara rağmt yine de, inanç yolunu değiştirebildiklerine de rastlanmaktadır. Bir İzol köyüm bir klan, yaklaşık 80 yıl önce köyde çıkan bir anlaşmazlıktan dolayı seyitleri de| de, Palu ve Bitlis'te çok yaygın olan Nakşibendi tarikatının çelebilerini öncü ol rak kabul edip, tarikat değiştirmişlerdir. Fakat bu klan Kürtleşmesine rağme Türk kökenli olup ismini de buradan almıştır (Tırkanezbet). Türkiye'de zarm zaman resmi olarak da savunulan Kürtler'in barbarlaşmış "Dağ Türkleri" olı dillerini unuttukları tezi, her ne kadar yanlış ise de, bu tür küçük grupların varlı; da su götürmez bir gerçektir.
III. Marjinalite (Aykırılaşma) ve Rafızilik(l)
Kürt Alevilerin dinleri ve sosyal örgütlenmelerini birleştiren noktalar bar ve birlik kavramlarıdır. Bu kavramlar seyitlerde ve cemlerde şekillenmektedi Yemek dağıtımı, ibadet anlayışlarını belirleyen inanç prensipleri, insanlarara: ilişkiler, kutsallığın cisimleştiği mekân olarak gözlemlenmektedir.
Aleviliğin Safevi ve Bektaşi kökleriyle, Osmanlı padişahlığının resmileştiı diği Sünnilikle olan uzlaşmazlığının yüzyıllar boyunca Dersim bölgesine geri çe kilmiş olarak yaşayan aşiretlerin bilincinde yer edip etmediği de açık değildi] Kaynaklardan, Alevilerin Sünnilere karşıt konumlarından dolayı tam kelime anla mıyla Rafızi olarak ayrılıp ayrılmadıkları kesin olarak belirlenmemektedir. \C yüzyılın sonlarına doğru Dersim bölgesi çevresinde meydana gelen Kızılbaş is yanlan hakkında elde yalnızca birkaç belge bulunmaktadır (ANDREASYAP 1963: 27s, EYÜBOĞLU 1977: 54 s. SELANİKİ 1970: 258. s.)(4).
Kesin olarak bilinen, 1850'den itibaren artık yalnızca çevredeki beyler tara fından değil, merkezi otoritenin de bölgeyi ele geçirme denemeleri içerisinde Dersim halkının dini farklılığı konu edilip yasal olarak işleme konulduğudur. Bu
nunla birlikte Dersim halkı için kültürel ve dini kimliğine sahip çıkma tekrar gün- deme gelmiştir. Bu gündeme geliş vergilendirme ve asker alma girişimlerine yani merkezi otoritenin taleplerine karşı olan ayaklanmalarla aynı zamana denk düş- mektedir. Bugün halen bazı köylüler, Halife Osman ile kendilerini zorla boyun- duruk altına almak isteyenleri Osman'ın hanesinin devamı olarak görmektedirler. Devletin militarist yayılmacı güçleriyle kontrol dışı marjinal kapalı kümeler ara- sındaki iki politik süreç; Ortodoks ve Rafızîlik arasındaki çatışmayı temsil etmek- tedir.
IV. Ulusal Devlet ve Laiklik
Meta üretiminin yaygınlık kazanması, resmi yazılı hukuk kurallarının icra- sıyla birlikte laik program üzerine oturtulmuş okulların da kurulmasıyla; artık gü- nümüzde Aleviliğin toplumsal temeli ortadan kalkmış gibi görünüyor.
1916 yılında Hizol, Hıran ve Sadi aşiretleri Rusya'yla yapılan savaşta zo- runlu askerliğe karşı ve 1915'te katledilen Ermeniler'in kötü kaderini paylaşma korkusuyla ayaklanmışlardır (DERSİMİ 1952, KEMALİ 1932: 146). 1925'te Pa- lu' lu beylerin ve Şeriat getirmek isteyen ve aynı zamanda ulusal Kürt eğilimleri de olan Nakşibendi tarikatının ayaklanmasının bastırılmasında Cumhuriyet'in ya- nında yeralmışlardır. (BRUİNESSEN 1978: 353. s). 1938'de Atatürk tarafından "çıban" olarak nitelendirilen (SIVAN 1975: 91) Dersim bölgesi, askerlerce zap- tedilmiş ve Tunceli ili olarak Türk idaresine bağlanmıştır. Dersimli Kürtlerin kat- liam(5) ve sürgünle boyunduruk altına alınma çabalarına karşı ayaklanmaları res- mi kayıtlarca bir seyitin önderliğinde sürdürülüyordu. (DERSİMİ 1952, SIVAN 1975: 89. s) Daha 1916'da yalnızca Şöbek'te seyitlerin köyünde 72 adam asılmış- tır.
Ulaşılması nisbeten kolay olan Mazgirt bölgesinin üç aşireti, 1938'de resmi hedefleri bugünkü Tunceli ilinin çevresindeki bazı isyancı aşiretleri disipline et- mek ve silahtan arındırmak olan Türk ordusuna karşı çıkmamıştır. Mazgirt köyle- rinde ağa ve seyit ailelerinden birkaç kişi idam edilmiş, tutuklu olanların çoğunlu- ğu aftan sonra serbest bırakılmıştır.
Bu tarihten itibaren aşiret kavgaları ve yağmalar büyük oranda azalmış ve geleneksel meseleler artık daha çok köyün içerisinde çözümlenmeye başlamıştır. Aşiret reisleri etkilerini gittikçe kaybetmişler ve devletin baskıcı politikasınca baş düşman olarak ilan edilen seyitlerin de artık devletin hukuk mekanizmasının işle- yişinden dolayı uzlaştırıcı rolü azalmıştır. Özellikle genç nesil vçıraklık'ı vermeyi redetmektedir. Nüfus artışı, ürünün düşen verimliliği, taliplerini olduğu gibi, on- ları da etkilemiştir (BUMKE 1976: 18.s) Birkaç ünlü kişi dışında, seyitlerin dini bilgi düzeyi de artık taliplerinden pek farklı olmamıştır. Ön, onbeş yıldır da dini toplantılar ve bayramların çoğu artık yalnızca seyrek olarak düzenlenmektedir. Bunun sebepleri de, bir yandan cem'e katılacak kişilerin kendilerine Türk hükü- metince iyi gözle bakılmayacağı kuşkusu, fakat diğer yandan öncelikle inanç bir- liğini sağlayan bayramlara artık ihtiyaç duymamalarıdır. Bundan dolayı cem için harcama yapma istekleri de azalmıştır. Pirlerin talep ettiği ahlaki değerlerle ilgili "dâr'a durma" konusundaki genel kanıya göre artık seyitleri keramet ehli de saymadıkları için, bu yetki yitirilmiştir. Musahiplik de, bu bağın hassasiyetine ve
gereklerine uyulması hemen olanaksız hale geldiğinden kurulamamaktadır. Aı davranışlar daha çok iş, meta pazarına ve bürokrasiye göre ayarlanmaktadır.
Bu dini örgütlenme toplumun iç yapısında meydana gelen değişimler ve ] pılan zulümlerden dolayı önemini yitirmiştir. Dinin gerektirdiği ibadetler artık ^ şamm güncelliğinden uzak bir şekilde uygulanmaktadır.
Toplum ve kültür kurumları artık dini örgütlenme ve sembollerin etki ah dışına çıkmıştır (1973: 113 BERGER). (İng. "Sektors of society and culture i removed from the dominition of religius institutions and symbols") Berger'in anlayışıyla meseleye bakacak olursak, Alevi Rafızîlik de bundan payına düşe almıştır.
V. Marjinalite ve Rafızilik(2)
Laikleşmeye rağmen Alevilerin seyitlere olan bağlılıkları ve ziyaretleri, bz ram düzenlemeleri Sünnilerden onları ayıran ve özel konumlarını belirleyen a; bir kimlik duygusu devam etmekte, hatta yenilenmektedir. Bu bilinç yalnızca ei nesilde duyumsanmaktadır. Bu nesil 1938'deki olaylardan sonra, artık salt kö> muhalefet düşüncelerinden yola çıkarak yıllardır Atatürk'ün kurduğu parti ol CHPvye oy vermekteydi. Böylece diğer partilerin gizli ya da açık bir şekilde iz] dikleri laiklik karşıtı politikalara karşı engel oluşturuyordu. Bu da bize sanki h men hemen "Cülus regio elus religio" ilkesini izliyorlarmış duygusunu verme tedir. Aynı zamanda halen Türk istatistiklerinde gelişmişlik düzeyi en alt bas maklardâ yer alan bu bölge, sağlam bir alt yapıya kavuşmayı hâlâ ummaktac (NESTMANN 1974: 134 s).
Dinin gereklerini seyrek olarak yerine getiren genç nesil; bu dini ibadetler eskiden beri Alevilere özgü olduğunu söylemektedirler. Örneğin Hz. Hüseyin' Kerbela'da şehit düştüğü Muharrem ayında oniki gün oruç tutmaktadırlar. Bu b. kımdan Sünnilere benzemişlerdir. Ayrıca Bektaşilerin "ölmek var, dönme yok" ilkesine bağlı olduklarını ve eski Aleviler gibi olmasalar da, en azından hi< bir zaman Sünnileşmeyeceklerini vurguluyorlar. Anne ve babalarının, metafizı olarak bir "ceza günü" ve cezalandırıcı olarak da bir Allah inancı olmasına ka şın 1938'den sonraki kuşak, bu Allah'ın daha çok bireylerin kalbinde bulunduğı na inanmaktadır. Onların anti-milliyetçi ve hümanist olan temel anlayışlarına gi re, kötülüğün kaynağı tamamıyla ekonomide ve özellikle de gerikalmışlıkta bı lunmaktadır. Ayrıca geleneksel ve deyim olarak bireylerdeki farklıklar ve deği< kenlikle ilgili kullanılan "xode yeke, insanan yek nine" sözünün karşılığı olara Allah'ın birliği üzerine temellenen anlayıştan yola çıkarak genç kuşak için, b dünyada insan için iyi bir toplum düzenini kurma isteği ortaya çıkmaktadır.
Seyitlerin yeri, şehirlerden gelen öğretmenler tarafından alınınca bu dururr genç Alevi kuşağın da kendi tarihlerini yeniden yorumlamalarına yol açmış; H2 Ali, Hacı Bektaşi Veli ve köylü isyanlarının lideri Pir Sultan Abdal gibi tarihi ki siler de ilk sosyalistler olarak bu öğretide tarih sahnesindeki biçimleriyle yerlerin almışlardır. Bunlar zulme karşı ezilenlerin dayanışma ve birliğini, ayrıca tün malların eşit dağılımını savunmuşlardır. (Hacı Bektaş Turizm Derneği, 1977)
1971'den sonra asılan veya kurşuna dizilen ve kendilerini Marksist-Leninis
olarak nitelendiren gerillalarla, bu solcu kurbanlardan bazılarının seyit kökenli ol- maları Kerbela şehitleriyle özdeşleştirilmel erine sebep olmuştur. Bundan dolayı seyitler tarafından oluşturumuş beyitlerle nefeslerin, yeni genç kuşakların dü- zenledikleri gecelerde, gösteri ve toplantılarda çalınıp söylenmelerine yol açmış- tır.
Yaşadıkları bu dünya, onlar için kurtuluşun ve kurulabilecek bir cennetin yeridir. Kendi güçlerine duydukları güven, gerçek adaleti kuracaklarına inandık- ları devrim için çabalar ve örgütsel disiplinin gereklerine olan inançları, Leni- nizm'den kaynağını almaktadır. Bu aynı zamanda kuşak çatışmasının da temelini belirliyor. Fakat iki taraf da bu yeni kuşağın, eskilerin yaşam tarzını ve değerleri- ni koruyamayacağı konusunda görüşbirliğine varıyorlar. Genç kadın ve erkekler tarımsal alandaki işlere alternatifler bulabilmek için, şehirlerdeki yüksek okullara gidip, memleketlerine öğretmen ve hemşire olarak dönmektedirler. Fakat şehirler- de yaşamlarını sürdürenler de kökenlerinin onları, yalnızca "mum söndüren" ve "dinsizler" olarak değil, aynı zamanda "Kürt Komünistler" olarak da ön yargı- lı nitelendirmelerle yüzyüze getirdiğini görmektedirler.
Bu "3K": Kızılbaş, Kürt, Komünist; Türkiye'de yaygınlık kazandırılan bir anlayışa göre, devlet düzenini tehdit eden ve bundan dolayı döndürülmesi, asimi- le edilmesi veya tutuklanıp sürüne gönderilmesi ile etkisiz hale getirilmesi gere- ken bir azınlığı tanımlamaktadır. Bu üç nitelenme ile damgalanmış olan Tunce- li'nin gençleri çoğu zaman memleketlerinden dolayı işe alınmamakta ve yüksek okullara dil barajından dolayı da girememektedirler. Kürt dilinin yasaklanmasın- dan dolayı bu gençler ana-babalarının iki lisanhlığından daha farklı bir biçimde etkilenmişlerdir. Doğu Anadolu'nun siyasi ve ekonomik olarak geri bıraktırılma- sı, merkezi otoritenin Kürt halkı üzerinde sömürgeci baskı politikası uyguladığı kanısına gittikçe yaygınlık kazandırmaktadır (BEŞİKÇİ 1969, JAFAR 1976)
Aşiretler arası çatışmaları ve meseleleri ortadan kaldırma şansının ancak ve ancak bir Ulusal Kurtuluş Savaşı'yla mümkün olduğu savunulmaktadır. Bu sava göre bu savaşım, aynı zamanda sınıf önderliğinde verilecek, ulusal sorun, silahlı mücadeleyle çözüme kavuşturulacaktır.
Genç Dersim Kürtlerinin Batı'dan veya yeni "Horasanlarından (Moskova, Pekin) ithal ettikleri yeni terminolojide siyasi nitelendirme olarak Kızılbaş kavra- mını kabul etseler de bu ilk bakışta yalnızca kelime oyunu olduğu izlenimini ve- ren kavramda, yatan tarihsel yüklem, ciddiye alınmaktadır. Türkiye'deki siyasi güçler günümüzde artık Ortodoks sünni değil de, milliyetçi Türk ve anti-Komünist niteliğe bürünmüştür. Aynı zamanda Tunceli gibi Doğu Anadolu'daki iller eko- nomik, politik ve kültürel dıştalanmışlığın yeni bir biçimine bağlı olmaktadırlar. Bu gelişmelerin ışığı altında Alevi Rafızîliğin ikili gelişmesi çağdaş özel kimlik- ler çerçevesinde Ortadoğu'da yaygın bir manzara oluşturmaktadır (CANFİELO 1973b: 1512)
Bu ayrılma ve özgürleşme çabalarının üyeleri olan Kürtlerin "bel evlaf'ları olarak mı siyasi kurtuluş mücadelesini algıladıkları, yoksa kendilerini Leninist bir tarikatın "yol evlaf'lan olarak saydıkları ateist bir haretin mi daha baskın çıkaca- ğı henüz netlik kazanmış değildir.
DİPNOTLAR
(*) Toplam 10 ay bu araştırmanın sonucu elde edilen dokümanların değ lendirilmesi Volkswagenwerk Vakfı ile Berlin Üniversitesi'nin desteği sayesir olmuştur. Bu iki kurumun ilgili kişilerine teşekkür etmek istiyorum. -Erk gen'deki XX. Alman Oryantalist Günü'nde bu makalenin bir özetini sunma fır tını bulmuştum- Ermeni, Macar ve Osmanlı metinlerinin çevirisi NADYA D NER; KRİSTİNA KEHL ve KAUS KREISER tarafından gerçekleştirilmiştir.
(l)Anadolu'da, Muhammed'in damadı ve Şiilerin en önemli mukaddes ki ligi olan Hz. Ali'nin taraftarlarına Alevi denilmektedir. Anadolu'nun Türk Kürt halkının bir bölümünün mensup olduğu bu öğretide, aynı zamanda İslam-c cesi (Ortadoğu, Eski İran ve Hrıstiyan) etkileri görülmektedir.
(2)Hacı Bektaş adlı yarı efsanevi bir Veli ve Osmanlı İmparatorluğu'n son derece yaygın olan bir İslâm tarikatının taraftarlarına Bektaşi adı verilmek dir.
(3)İslâmiyet'te soylarını Peygamber'in ailesine (Ehl-i Beyt) kadar dayam ran kişilere Seyit denmektedir.
(4)Kızılbaş kavramı, ilk önce İran ve Şii Safevi Hanedanı'nın kurucusu ol Şah İsmail'in taraftarları için kullanılmıştır. Daha sonra Anadolu'daki Rafızileı tümü için bu kavram kullanılmıştır. (MELIKOFF: 49)
(5)Mahalli tarihçilerin belirlemelerine göre kurbanların sayısı 60.000 (M RAT 1973:68) ile 100.000 (ŞİVAN 1975: 94) arasında verilmektedir.
KAYNAKLAR
Andranik: TERSİM; Tiflis, 1900
Andreasyan, Hrand D.: Bir Ermeni Kaynağına Göre Celâli İsyanları, T
rih Dergisi, 17-18, 23-24, 1963
Augustinus, Aurelius; De Moribus Ecclesiae Cathlicae et de Moribi Manichaeorum, İn: J-P (1877); MIGN (edit), Patrologia Latina; Sayı 32; cc 1309-1378. Paris. Anthropos 74. 1979
Aytekin, Sefer [kendi yayını] s. a. Buyruk. Ankara Bardakçı; Cemal, Kızılbaşlık Nedir? İstanbul 1945
Baur, Ferdinand Christian, Das manichaische Religionssystem nach de Quellen neu untersuch und entwickelt. Tübingen. 1831
Benekay, Yahya, Yaşayan Alevilik, İstanbul 1967 Berger, Peter, The Social Reality of Religion. Harmondsworth, 1973 Beşikçi, İsmail, Doğu Anadolu'nun Düzeni, İstanbul 1969 Beşikçi, İsmail, Türk Tarih Tezi ve Kürt Sorunu. Ankara 1977 Birge, John Kıngsley, The Bektaşi Order of Dervishes. London 1937
Bobek, Hans Soziale Raumbildımgen am Besiplel des Vorderen Orients.
in: Tangugsberichte und wissenschaftliche Abhandlungen des Deutschen Geog- raphentags. Wiesbaden 1948.
Boudyan, G. et M. Thier, Les eglises de Thil (Korluca) dans le vilayet de
Tunceli (Turquie). (Tunceli bölgesinde Thil Kiliseleri) Revue des etudes arm'ni- ennes,n.s.9: 179-192. 1972
Bruinessen, Martin Martinus van, Agha, Shaikh and State. Utrecht 1978.
Bumke, Peter, Geçitveren: Zur wirtschhaftlichen Situation eines ostona- tolischen Dorfes. Mardom Nameh 2: 2-22. 1976
Butyka, Dezsö, Das ehemalige Vilayet Dersim. Mitteilungen der Kaiser: lich-Königlichen Geographischen Gesellschaft 35: 99-126, 194-210. 1892 a.
A Nyogati kurdokrol es Lakohelyeikröl. Bulletin de la Societe Hongroise de Geographie: 48-52, 224-251. 1892b.
Cahen, Claude, Preottoman Turkey. London 1968
Canfield, Robert Leroy, Faction and Conversion in a Plural Society: Re- ligious Alignments in the Hindu Kush. Ann Arbor. 1973a.
The Ecology of Rural Ethnic Groups and the Spatial Dimensions of Po- wer. American Anthropologist 75: 1511-1528. 1973b.
Colpe, Carsten, Der Manichaismus in der arabischen Überlieferung.
Göttingen, 1954.
Coon, Carleton S. Caracan: The Story of the Middle East. London, 1952 Dersimi, Nuri, Kürdistan Tarihinde Dersim, Halep 1952 Douglas, Mary, Purity and Danger. London 1966 Eyüboğlu, Sabahattin, Pir Sultan Abdal, İstanbul 1977
Faroqhı, Suraiya, The Tekke of Hacı Bektaş: Social Position and Econo- mic Activities. International Journal of Middle East Studies 7: 183-208
Fırat, Mehmet Şerif, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Ankara 1970 Gellner, Ernest, Saints of the Atlas. London 1969
Gökalp, Altan, Hızır, tlyas, Hıdrellez: Les maitres du temps, le temps des hommes. in: R, Dor et M. Nicolas (ortak yayın). Quand le crible etait dans la pail- le. (Kalbur harmandayken) Paris 1978.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Manakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli, İstanbul 1958 Hacı Bektaş Turizm Derneği, Hacı Bektaş Veli, Ankara, 1977
Hadank, Kari, Mundarten der Zâzâ, hauptsachlich aus Siwerek und Kor. (Kurdicsh-Persische Forschungen, III/4) Berlin 1932.
Hüschmann, Heinrich, Die altarmenischen Ortsnamen. Indogermanicshe Forschungen 16: 197-490. 1904
Jaba, Alexander, Recueil de notices et recits Kourdes. St. Petersbour 1860.
Jafer, Majeed R. Under-underdevelopment. Helsinki. 1976 Kemali, Ali, Erzincan Tarihi, Ankara, 1932
Krohn, Else, Vorislamisches in einigen vorderasiatischen Sekten un Derwischorden. Ethnologische Studien 1: 293-343.
Kudat, Ayşe, Kirvelik, Ankara 1974
Markwart, Josef, Südarmenien und die Tigrisquellen. Wien, 1930 Meillassoux, Claude, Die vwilden' Früchte der Frau. Frankfurt/M. 1976. Melikoff, İrene, Le probleme Kızılbaş. Turcica 6: 49-67.(*)
Notes sur les coutumes des Alevis: A propos de quelques fetes d'Anat< lie centrale. in: R. Dor et M. Nicolas, (Kendi yayını), Quand le crible etait daı la paille, Paris, 1978(**)
Molyneux-Seel, L. A Journey in Dersim. Geographical Journal 44: 49-6: 1914
Müller, Klaus e. Kulturhistorische Studen zur Genese pseudoislamischt Sektengebilde in Vorderasien. Wiesbaden 1967
Murat, Hıdır, Türkiye Şartlarında Kürt Halkının Kurtuluş Mücadeles
(s. 1.) 1973
Nestmann, Liesa, Bevölkerungsdichte und Vertilung. in: W. Kündig-Ste ner, Die Türkei. Tübingen. 1974
Oy tam, M. Tevfik, Bektaşiliğin İçyüzü, İstanbul 1970
Planhol, Xavier de, Les fondements geographiques de l'histoire de L'û lam. (İslam Tarihinin Coğrafyasal Temelleri) Paris 1968
Polotsky, Hans Jakob, Münichaismus, in: G. Wıdengren, Der Manichais
mus. Darmstadt. 1977
Ritter, Cari, Die Erdkunde von Asien: Band 10. Berlin 1843
Scholem, Gershom, Von der mystischen Geştalt der Gottheit Frank furt/M. 1977.
Selaniki, Mustafa, Tarih, Freiburg, 1970.
Sohrweıde, Hanna, Der Sieg der Saafawiden in Persien und seine Rück wirkungen auf die Schiiten Anatoliens im 16. Jahrhundert. Der islam 41: 95 223, 1965
Steiner, Franz, Notiz zur vergleichenden Ökonomie. in: Frıtz Kramer unc Chrıstian Sigrist [ortak yayın], Gesellschaften ohne Staat, Band 1: Gleichheit unc Gegenseitigkeit, Frankfurt/M.
Sümer, Faruk, Kara Koyunlular, Ankara 1967.
-Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Ro- lü, Ankara 1976.
Sykes, Mark, The Caliph's Last Heritage. London 1915.
Sıvan, S. A. Kürt Millet Hareketleri ve Irak'ta Kürdistan İhtilâli. Stock- holm, 1975.
Taylor, J. G. Journal of a Tour in Armenia, Kürdistan, and Upper Me- sopotamia, with Notes of Researches in the Deyrsim Dagh, in 1866. Journal of the Royal Geographical Society 38: 281-346.
Woods, John E. The Aqquyunlu: Clan, Confederation, Empire. Minnea- polis 1976.
Yalman, Nur, İslamic Reform and the Mystic Tradition in Eastern Tur- key. Archives Europeennes de Sociologie 10: 41-60
Yayınevinin Notu
(*) Şubat 1975'de Münih Üniversitesi'nde bir konferansta sunulan bu bildirinin Türkçe çevirisi İlhan Cem Erseven tarafından yapılmış ve "Kızılbaş Sorunu" başlığı altında "Aleviler İçin Ne Dediler?" adlı kitapta yayınlanmıştır. Bkz. Ant Yayınlan, 1990, İst.
(**) Bu kısa yazı da, İlhan Cem Erseven tarafından Türkçeleştirilip Türk Folkloru Dergisinde yayınlanmıştır. Bkz. Anadolu Alevilerinin Bazı Törenleri Üzerine, a.g. dergi, sayı: 72, Haziran 1985, İst.
Kaynak-Peter J. Bumke: "Kızılbaş Kürden in Dersim (Tunceli; Turkei)/ Marginalitât und Haresie" (Dersim'de Kızılbaş Kürtler /Aykırılaşma ve Rafızîlik); Anîhropos 74/979 s. 530-548 [Bu yazı daha önce "Kürtler Üzerine Ta- rih ve Folklor Yazılan" Öz-Ge Yay. 1991 'de yayımlandı.]
(Almanca'dan Çeviren: Müzeyyen Güzelgün)
|