ŞEYHÜLİSLÂM EBUSSUUD EFENDİ FETVALARI
III. MÜRTEDLER
A. KIZIL BAÅžLAR
479. MES'ELE : Kızılbaş taifesinin şer'an kıtali helâl olup, ks gâzî ve kızılbaş taifesinin ellerinde maktul olanlar şehîd mı?
ELCEVAP : Olur, gazâ-i ekber ve şehâdet-i cazîmedir. (A SU'AL-Î AHAR : Kıtalleri helâl olduğu takdirce, mahzâ ! ehl-i islâm hazretlerine bağy ve 'adavet üzere olup, aske] ma kılıç çektiği için mi olur, yâhud gayri sebebi var mıdır ELCEVAP : Hem bâgîlerdir, hem vücûh-i kesîreden kâf (A. 255 b)
480. MES'ELE : Re'isleri hazret-i Resûlullah (sallallâhu te'âlf ve sellem) âlindendir derler, öyle olucak nev'â şüphe olur ELCEVAP : Hâşâ yoktur. Efâl-i şenî'aları, ol neseb-i tâh\ kalan olmamağa şehâdet ettiğinden gayri, sikâttan me. ki, babası İsmail ibtidâ-i hurucunda, imam cAli er-Rızâ ibı el-Kâzım meşhedinde ve şâir emâkinde olan sâdât-i 'izamı nin nesebini Bahr-i Ensâba dere eylemeğe ikrah edip, iftirây edemeyenleri katl-i âm edincek, ba'zı sâdât katilden ha]
ŞEYHÜLİSLÂM EBUSSUUD EFENDİ FETVALARI
imtisal suretin gösterip dediğin eylemişler. Amma bu miktar tedâ- rik eylemişler ki, bunun nesebini, 'ulemâ-i ensâb-i şerife mabeyn- lerinde 'akim olup, asla nesli kalmamağıyla ma'rûf bir seyyide müntehi kılmışlardır, ki nazar edenler hakikat-i hâle vâkıf olalar. Faraza sıhhat-i nesebi mukarrer olsa dahi, bî-din olucak, şâir ke- fereden farkı olmaz. Hazret-i Resûlullâhın (sallallâhu aleyhi ve selem) âli, şe'âir-i şer'-i mübini ri'âyet ve ahkâm-i metini himâ- yet edenlerdir. Hazret-i Nûhun ('aleyhisselâm), Ken'an sulbü oğlu iken dîni üzerine olmadığı için "ehlimdendir" deyu, necatı için
Rabb-i izzete du'â ettikte (14) dlUl ^ ^J 4\ deyu buyuru-
lup, şâir kefere ile bile ta'zîb ve iğrâk buyurulmuştur. Enbiyâ-i 'izam (aleyhim-üs-salâti ve-s-selâm) neslinden olmak, dünyevi ve uhrevî cazabdan necata sebeb olsaydı, hazret-i Âdem nebi (aleyhi-s-selâm) neslinden olmak ile, esnâf-i kefereden bir kâfir asla dünyâda ve âhirette mu'azzeb olmazdı. Vallâhu te'âlâ a'lem ve ahkem. (A. 256 a)
481. MES'ELE : Tâife-i mezbûre şi'adan olmak da'vâ ederler, "lâ ilahe illallah" derler iken, bu mertebeyi îeâb eden halleri nedir, mufassal ve meşrûh beyan buyurula?
ELCEVAP : Şi'adan değil, "yetmiş üç fırka ki, içinde ehl-i sün- net fırkasından gayrı nârdadır" deyu hazreti Resul (sallallâhu aleyhi ve sellem) tasrih buyurmuşlardır, bu taife ol yetmiş üç fırkanın hâlis birinden değildir. Her birinden bir miktar şer ve fesad alıp, kendiler hevâlarınca ihtiyar ettikleri küfr ü bid'atlere ilhak edip, bir mezheb-i küfr ü dalâlet ihtira3 eylemişlerdir. Dahfc durup gün günden artırmak üzerinedirler. Şimdiye değin üzerine mmtemir oldukları kabâyih-i ma'rûf elerinin, müceb-i şeriat-i şe- rife üzerine mufassalan hükmü budur ki: Ol zâlimler Kur'an-ı 'azı- mı ve şeriat-i şerifeyi ve dîn-i islâmı istihfaf eylemekle, ve kütüb-i şer'iyyeyi tahkir edip oda yakmak ile, ve 'ulemâ-i dîni 'ilimleri için ihanet edip kırmak ile, ve re'isleri olan fâcir meVûnu ma'bud yerine koyup ana secde eylemekle, ve dahi hürmeti nusûs-i kafiye ile sabit olan envâ3-i hurumât-i dîniyeyi istihlâl eylemekle, ve hazret-i Ebî Bekr ile hazret-i ömere (radiyallâhu anhum) la'n eylemekle kâfir ol- duklarından sonra, hazret-i Âişe-i sıddîkanın (radiyallâhu anhâ) berâati hakkında bunca âyât-i }azîme nazile olmuş iken, anlara itâle-i lisan eylemekle Kur}an-i kerîmi tekzîb edip kâfir oldukların- dan ma'adâ, hazret-i Risâlet-penâhın (sallallâhu aleyhi ve sellem) cenâb-ı azizlerine şeyn getirdikleri ile sebb-i nebi eylemiş olup, cumhûr-i 'ulemâ-i a}sâr ve emsâr icmâı ile, katilleri mubah olup,
IŞIĞINDA 16. ASIR TÜRK HAYATI
1
küfürlerinde şek edenler kâfir olurlar. İmâm-ı Azam ve imam Sı yân-i Sevrî ve imam Evzâgî (rahimehullah) katlarında tamı sıhhat üzere tevbe edip islâma gelicek, eğerçi bu küfürler de şâir kefere küfürleri gibi afv olunup katilden necat bulurlar, amfı imam Mâlik ve imam Şâfi'î ve imam Ahmet bin Hanbel ve imt Leys bin Sa'd ve imam îshak bin Râhûye ve şâir 'uzemâ-i cu mâ-i dinden cem'-i kesir katlarında asla tevbeleri makbul ve lamları mu'teber değildir. Elbette hadden kati olunurlar. Hazrt imam-i din-penah (eyyedehullâhu te'âlâ ve kavvâhu) zikr olu% eimme-i dinden, hangi canibin kavli ile 'amel ederler ise meşr dur. Ol kabâyih ile ittisafları cemi' ehl-i islâm içinde tevatür mu'ayyenen ma'lûm olmuştur. Hallerinde tereddüd ve iştibah y\ tur. Askerlerinden olup kıtale mübaşeret edepler ve binip inip bâhndan olanların sânında asla tevakkuf olunur değildir. Am şehirlerde ve köylerde kendi hâlinde salâh üzerine olup, bunla sıfatlarından ve efallerinden tenezzühü olup, zahir halleri di sıdklarına delâlet eyleyen kimselerin kizbleri zahir olmayın üzerlerine bunların ahkâmı ve 'ukûbâtı icra olunmaz. Bu taife kıtali şâir kefere kıtalinden ehemdir. Anınçün Medîne-i münevv etrafında kefere çok iken ve bilâd-i Şâm feth olunmamış iken lara gaza eylemekten, hazret-i Ebî Bekr-i sıddik (radiyallâhu at hilâfetinde zuhur eden Müseyleme-i kezzaba tâbi3 olan tâife-i m tedde üzerine gaza eylemeğe, eshâb-i kiram (rıdvânullâhi aleyl ecma'în) icmaları ile tercih ve takdim buyurmuşlardır. Hazr< 'Ali (kerremallâhu vecheh) hilâfetinde havârîc kıtali dahi be olmuştur. Bu taifenin fesadları dahi azimdir, yeryüzünden fes ların ref eylemek için mücâhede eylemek dahi ehemdir.
(A. 256 a) (15) jr>&-H ^\ > l'^tj b.
(16) ( <\oo C~
482. MES'ELE : Nahcivan seferinde tutulan kızılbaş evlâdı kul c mu?
ELCEVAP : Olmaz. (B.lOl^a)
483. MES'ELE : Padişah emriyle kızılbaş taifesi vurulup, sagîr kebîri esir olanlardan ba'zı ermeni olduklarında, ol takdirce lâs olurlar mı?
ELCEVAP : Olurlar, ermeniler kızılbaş askeri ile asker-i is
ŞEYHÜLİSLÂM EBUSSUUD EFENDİ FETVALARI
üzerine gelip muharebe etmiş olmayıcak, şer'an esir olmak yok- tur. (B. 102 a)
484. MES'ELE : Mürtedde dar-ül-harbe lahika olmadan alıp esir ey- lemek eâiz idüğüne îmam-ı A'zamdan nakl olunan rivayete binâen, kızılbaş avretlerin esir eylemekle asker-i İslama kemâl-i kuvvet ve şevket, a'dâ-i dîn-i metîne nihayet za'f ü zillet gelir olsa, ol riva- yet ile 'amel olunmak şer'an eâiz olur mu?
ELCEVAP : Caizdir. (A. 93 b)
485. MES'ELE : Bu rivayet ile, ol esir olunan avretin hizmetleri, vat' olunmaları şer'an helâl olur mu?
ELCEVAP : Cümle hizmetleri helâldir. Amma mürteddelerdir, islâma gelmeden vat'ları helâl değildir. (A. 9If a)
486. MES'ELE : Çâryâre sebb eden, kızılbaş idüğü sicil olunan Zeydi, Amrm oğlu Bekr kati eylese, şer'an nesne lâzım olur mu? ELCEVAP : Sebb ettiği vakit kati ettiği muhakkak ise ta'arruz olunmaz. (B. 302 b)
487. MES'ELE : "Yezide lâ'net ve ana lâ'net etmeyene dahi lâ'net" diyen Zeyde ne lâzım gelir?
ELCEVAP : Lâ'net etmeyene lâ'net nâmeşrûdur. Lâ'net etme- mek onun ef'âlin kabul değildir. (B. 318 b)
488. MES'ELE : "Muâviye hayırlı kişi değildir" dese, şer'an Zeyde ne lâzım olur?
ELCEVAP : Ta'zîr olunur. (B.318b)
489. MES'ELE : Sahâbe-i kiramdan Muâviyeye lâ'net eden Zeyde şer'- an ne lâzım olur?
ELCEVAP : Ta'zîr-i beliğ ve hapis lâzımdır. (B. 90 b)
B. KÜFÜR, ÎLHAD VE ZINDIKA ÎLE MÜRTED OLANLAR
490. MES'ELE : Zeyd, din ve imân nedir ve kangı mezhebdendir bil- mese, şer'an sahîh olur mu?
ELCEVAP : Olmaz din ve îman bilmemek ile kâfir olur. (B. 310 a)
491. MES'ELE : Zeyd, Amra "peygamberin kimdir" dedikte, Amr, "bilmezim" dese şer'an ne lâzım olur?
ELCEVAP ; Kâfir olur, gerçek ise ve yalan ise. (B. 310 a)
-492. MES'ELE : Bir hususta ba'zı kimseler Zeyde nasihat edip "şe- rî'at-i Resûlullah (aleyh-is-selâm) dan hurûc etme, Peygamber hazretlerinden gafil olma, hieâb üzerine ol" dedikte, -eliyâzübillâh-
IŞIGINDA 16. ASIR TÜRK HAYATI
gazab ile "ben Peygamber bilmezim" dese, şer'an. Zeyde ne lâ
olur?
ELCEVAP : Kâfirdir, katli helâldir. (A. 88 a)
493. MES'ELE : Zeyd, Amr-i müezzin ezan okurken "bin kerre ğırsan, bizden sana varır yoktur" dese Zeyde ne lâzım olur? ELCEVAP ; İstihzadır, kâfir olur, avreti bâindir. (A. 11 b)
494. MES'ELE : Zeyd, Amra "gel şerîate gidelim" dedikte, Amr "^ mazım" dese ne lâzım olur?
ELCEVAP : Tecdîd-i îman lâzımdır. (B.181a)
495. MES'ELE : Zeyd, Amr-i müslimi şer'a da'vet eyledikte, 1 "lâ'net sana ve şer'a" dese ne lâzım olur?
ELCEVAP : Kâfirdir, katli helâldir. (B. 319 b)
496. MES'ELE : Zeyd, Amrı şer'a da'vet eyledikte "ben şer' bil zim, senin şer'in budur" deyu bir değnek gösterip, Amr Zi
muhkem darb eylese, ne lâzım olur?
ELCEVAP : Kâfir olur, dahi eşedd-i ta'zîr eşedd-i te'dîb lâ
olur. (B. 89 a)
497. MES'ELE : Zeyd, Amrdan hakkını taleb eyledikte Amr "e şer'-i şerîf sabit olursa alayın" dedikte, Zeyd "senden hakk şerle mi alırım, katille alırım, hapisle alırım" dese şer'an Ze ne lâzım olur?
ELCEVAP : Ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır. Şer'-i şe istihânet tarîkile dedi ise küfür lâzımdır. (B. 320 a)
498. MES'ELE : Zeyd Amra "bana Tanrıyı buluver" dedikte & Zeyde "Kur'an ile 'âmil olup, Peygambere iktidâ edicek, bulurs deyieek, Zeyd "anlara ne 'amel, ben anlarsız bulurum" yahut "1 dum" dese Zeyde "ne lâzım olur?
ELCEVAP : Katli lâzımdır, zındıktır. (A. 262 b)
499. MES'ELE : Zeyd "bana hazret-i İsâ (aleyhisselâm) gibi g ten mâide iner, ve niee kimseleri tâ'undan ve gayri belâdan kuı rırım, dilediğimi zillete düşürürüm" dese ne lâzım olur? ELCEVAP : Deli değilse zındıktır, ve elhak delâlet eder, ebe dir. Ahz-i şedîd olunup, serâiri keşf olunduktan sonra, hakkım gelmek lâzımdır. (B. 321 b)
500. MES'ELE : "Bismillah, Allâhû Ekber" deyu hınzır boğazla; kimseye nesne lâzım olur mu?
ELCEVAP : Tecdîd-i îman lâzım olur. (B. 268 a) ŞEYHÜLİSLÂM EBUSSUUD EFENDİ FETVALAKF
501. MES'ELE : Kâfir düğününe "mübarek olsun" diyen Zeyde ne lâzım olur?
ELCEVAP : "Mübarek" dediyse kâfirdir. (B. 319 b)
502. MES'ELE : Zeyd-i müezzin, Amr-i papasa "sen papas ben papas'* dese Zeyde ne lâzım olur?
ELCEVAP : Tecdîd-i iman, ta'zir ve azil lâzımdır. (B. 319 b)
503. MES'ELE : Zeyd lâtife ile "kesret-i cennetten, tenhâ tamu yeğ- dir" dese ne lâzım olur?
ELCEVAP : Kâfir olur. (B. 2k a)
504. MES'ELE : Zeyd-i fâsıka ba'zı kimseler "tevbe eyle" dediklerin- de "Allah saklasın, niye eyleyeyim" dese ne lâzım olur? ELCEVAP : Küfür lâzımdır. (B. 98 b)
505. MES'ELE : Zeyd, hakkı olmayan aldığı akçaya "haramdır" di- yen kimselere Zeyd, "haram taştır" dese şer'an Zeyde ne lâzım olur?
ELCEVAP : Küfürdür, tecdîd-i imân lâzımdır. (B. 811 b)
506. MES'ELE : Hâşâ "Tanrıdan korkmazım" diyen Zeyde şer'an ne lâzım olur?
ELCEVAP : Kâfir-i mahzdır, İslama gelmezse kati olunur. (B. 319 a)
507. MES'ELE: Zeyd, haşre inkâr edip "mümine haşir yoktur" dese ne lâzım olur?
ELCEVAP : Katil lâzımdır. (B. 23 b)
508. MES'ELE : Bir taife namaz kılmayıp ve şehr-i Ramazanın far- ziyetine inkâr edip, Ramazan ayı geldikte sâim olmayıp, ve su'aî olundukta "biz fakirleriz, bize beş altı gün tutmak yeter" deyip ve "hamr bağına biz timar ederiz, kendi elimiz emeğidir, bize he- lâldir" deyip, istimrârî avretleri ile şurb-i hamr edip, ve kefere- nin cemiyeti günü geldikte mezkûr günlere kefere gibi ri'âyet ve hürmet edip, ve nice bunun gibi hılâf-i şer' fi'illeri olsa, şer'an bu makûle taifeye ve bunları müslim i'tikad edip, ef'âl ü akvâllerine razı olup, tehâlut olanlara şer'an ne lâzım olur?
ELCEVAP : Kâfirler, katilleri mubahtır. (B. 317 a)
509. MES'ELE : Şârib-ül-hamr olan Zeyd, şurb-i hamr ederken-hâşâ- "bir garrâ nesnedir ve güzel nesnedir, bunu içmeyenlerin ağzını avretini filânlayayım" deyu cima, lâfzıyle şetm edip, Amr dahi Zeydi tahsîn edip "iyi dersin" dese ne lâzım olur?
ELCEVAP : İkisi bile kâfirlerdir, katilleri mubahtır. (B.93b}
IŞIĞINDA 16. ASIR TÜRK HAYATI
510. MES'ELE : Zeyd-i müslim Amr-i müslimin -hâşâ- eimâ' ile dînine imânına ve ağzına söğse, şer'an ne lâzım olur? ELCEVAP ; Kâfirdir, katli helâldir. (B. 92 a)
511. MES'ELE : Zeyd, hamr içip mahallesine gelse, Amra "bre rısını ve Peygamberini -hâşâ- filân ettiğim" lâfziyle edebsizl leşe, o mel'ûna ne lâzım olur?
ELCEVAP : Kâfirdir, katli helâldir. Avreti bâindir, ehl-i \
dan dilediği kimseye varır. (A. 86 b)
MES'ELE : Mahallenin imamı ve cemâ'atinden ba'zı kir
da'vâ eylemese, onlara ne lâzım olur?
ELCEVAP : TaVında din gayreti olan, o meVünun hâlini şt
şerifeye bildirmemeğe kadir değildir. Hak te'âlâ hazretler
havf ü recâsı olmayıp, Resûlullah (sallâllahu aleyhi ve selleri
fâatinden müstağni olanlar işitip sükût eyler, amma yevm-i
serde hallerin gör eler. (A. 86 b)
512. MES'ELE : Zeyd, Amra selâm verieek yerde "aşk olsun" < Amr dahi ol mukabelede "yâ hû" dese, Zeyde Amra ne lâzım ELCEVAP : Ehl-i islâm mu3amelesi değildir, ne lâzım ge\ âhirette göre. (A. 259 b)
513. MES'ELE : Zeyd, Amra selâm verieek "aşk olsun" deyip dahi mukabelesinde "yâ hû" dese, Zeyde ve Amra ne lâzım
ELCEVAP ; Hak hazretinin ta'yîn buyurduğu tahiyyet-ül-i beğenmeyip öyle ederse, kâfir olur. (B. 319 b)
514. MES'ELE : Zeyd Amra selâm verdikte -hâşâ- "büyük Tan: lâmun aleyk" dese, Amr "aleyke selâm" dese, Bekr gelip m me-i şer'de şehâdet eylese, bir şâhid ile Amr ve Zeyd mü'ı olurlar mı?
ELCEVAP : Bir dahi bulunmağa sa'y olunmak lâzımdır. (A.
BU SURETTE : Hâlid, Zeyd ve Amra "mülhid" dese şer'an
ne lâzım gelir mi?
ELCEVAP ; Gelmez, ya ne olsa gerektir, mülhid olmayıp. (A.
SÜRET-Î UHRÂ : Bir şâhid dahi bulunsa, anlara ne lâzım
ELCEVAP : Katil lâzımdır. (A. 89 a)
BU SURETTE : Ba'zı imamlar dahi bu halle mevsûf ve m<
olsalar, mezburlara dahi ne lâzım olur?
ELCEVAP : Katil lâzımdır. (A. 89 a)
515. MES'ELE : Zeyd "filân fi'li işleyecek olursam kâfir olayım diği hînde mes'eleye âlim olmayıp, sonra mes'ele-i îmandan id bilip, ba'dehu işlerse ne lâzım olur?
ŞEYHÜLİSLÂM EBUSSUUD EFENDİ FETVALARI
ELCEVAP : Küfür lüzumundan havf olunur. (B. 88 a)
516. MES'ELE : Zeyd —hâşâ— elfâz-i küfür tekellüm edip, lâkin kü- für olduÄŸunu bilmeyip istiÄŸfar ve rüeû, etmeyip, yine kelime-i ÅŸe- hâdet getirse ÅŸer'an islâmma hükm olunur mu?
ELCEVAP : Âdet tarîki ile getirse olunmaz, inşâ tarikiyle ge- tirse olunur. (B. 310 b)
517. MES'ELE : Zeyd kardeşi Amra hîn-i gazabda "eğer seninle bir sofraya sunarsam, Kâ'be-i şerîfeye taş atmış olayım" dedikten sonra Amr ile sofraya sunsa, şer'an ne lâzım olur? ELCEVAP : "Atmışlardan olayım3' dese küfür lâzım olur, "kâ- firlerden olayım" demektir, böyle demek ile şart bulundukta an- lardan olur. Eğer "atmış olayım" dese lâğvdir. Atmış olmak emr-i hissidir, kâfirlik gibi emr-i hükmî değildir ki meşrut bulundukta mütehakkık ola, "filân işi edersem zina etmiş olayım" demek gi- bidir, tevbe ve istiğfar lâzımdır. (B. 86 b)
518. MES'ELE : Zeyd "filân avretimi tasarruf edersem Mekke-i şe- rîfeye taş atmışlardan olayım" dese böyle demesi ile avreti boş olur mu?
ELCEVAP : "EtmiÅŸ olayım" dedi ise olmaz, bâtıl-i laÄŸvdir. "Et- miÅŸlerden olayım" dedi ise "kâfirlerden olayım" demek gibidir, tasarruf ederse kâfir olur, bâin talâk boÅŸ olur. Avreti etmez ise ilâdır, dört ay geçtikten sonra bâin talâk boÅŸ olur. ELCEVAP : Nesne lâzım gelmez ol ÅŸart ile. — Ahmed. (A. 65 a)
519. MES'ELE : Zeyd "eÄŸer min ba'din ÅŸurb-i hamr edersem, pey- gamber kanı olsun" dedikten sonra —hâşâ— ÅŸurb-i hamr eylese ÅŸer'an ne lâzım olur?
ELCEVAP : İçtiği takdirce küfrlerine mu'tekıd iken içicek küfr lâzımdır. (B. 86 a)
520. MES'ELE : Zeyd-i mütevellî, Amra "vakıf hamamın tahvîli ta- mam oldukta sana vermezsem, Resûlullahm (sallallahu aleyhi ve sellem) şefâ'atinden mahrum olayım ve Tanrıya iki demişlerden olayım" dese sonra vermese şer'an Zeyde ne lâzım olur? ELCEVAP : Vermediği takdirce ol taifeden olmak lüzumuna mu'- tekid iken vermeyicek kâfir olur. (B. 87 a)
521. MES'ELE : Zeyd, kız kardeÅŸi Zeynebe "eÄŸer seninle bir evde ya bir mahallede durursam —hâşâ— Allah ve Resûlullah'a ÅŸirk getirenlerden olayım" dese, ÅŸer'an yine evde ve bir ÅŸehirde dur- maÄŸa tarik nedir?
IŞIĞINDA 16. ASIR TÜRK HAYATI
ELCEVAP ; Kâfir olmak mukarrerdir, gayri tarik yoktm 86 a)
522. MES'ELE : Zeyd "fî - zamâninâ ümmî taifesi elfâz-ı küfrün leÅŸin ve ne idüğü bilmezler, elbette telâffuzundan hâlî deÄŸil Ol ecilden veledleri —hâşâ— veled-i zinadır. Fiilleri dahi c eder" deyu hükm eylese, ana ne lâzım olur?
ELCEVAP : Gaybete hüküm değildir, kıyasla söylemiş. Sözü vâki' idüğü dahi muhakkak değildir. (B. 310 b)
523. MES'ELE : Zeyd-i müslim küfür söylemek ile, salât ve ve hacemı tekrar i'âde lâzım olur mu?
ELCEVAP : Namazı i'âde olunmaz. Haccı tekrar lâzımdıı mazın ibâdetliği sakıt olur, zekât dahi öyledir. (B. 310 b)
524. MES'ELE : Zeyd bir kerpici tekfîn edip, cenazeye koyup, bi'ine götürtüp, yolda cehr ile zikr ü salâvât getirip, mel müslimîn arasında defn eylese. Amr dahi "ol hususu benin lim kasdma etmişsin" dedikte Zeyd "senin için etmedim, ] katli kastına ettim" dese şer'an Zeyde ne lâzım olur? ELCEVAP : Şâir ise tutulup tevbe ederse kabul oluna, eğt kad olunursa, amma ba'zı eimme katında tutulduktan sonr besi makbul değildir. "Kati olunur, zındık gibi" demişlerdik va dahi bu kavil üzerinedir. Hâkim tevbesinde ihlâs fehm kabul caizdir. (B. 317 b)
------------------------------------------------------- Nuri Dersiminin
Hatiratim Kitabi Yayina Hazirlayan Mhemet Bayrak Ozge Yayinlari 1992 Ankara Dipnot 69
69- Yavuz Selim'in, daha Çaldıran Savaşı öncesi Anadolu'da 50 bini aşkın Alevi'yi öldürttüğü, Şah İsmail'i yendikten sonra ise çeşitli defalar
III
tasfiye hareketlerine giriÅŸtiÄŸi bilinmektedir.
Burada yeri gelmişken, egemenlerin dinden yararlanması bağlamında, dünden bugüne uzayan, çelişkilere ilişkin düşüncelerimizi biraz daha açmak ve temellendirmek istiyoruz:
Tarih boyunca feodalizme ve despotizme kitle tabanı yaratılmaya ve karabaskı yönetimlerine sağlam temeller bulmaya çalışılırken, en çok kul- lanılan araçlardan biri de mezhepler, dinler, daha geniş bir söyleşiyle inanç sistemleri olmuştur.
Sınıflı toplumlarda dinsel inaçlara damgalarını vuran ve dinsel inançlara kendi çıkarları doğrultusunda bir içerik kazandıran egemen çevreler hemen her çağda ve dünyanın her yerinde bu kurumları kendi sınıfsal sıkarları için kullanmışlardır. Kitleleri koşullandırmada büyük bir yeri ve etkinliği bulunan bu kurumlar, yine her dönemde egemen üretim ilişkilerine ve mülkiyet biçimlerine uyarlanmış ve devletin politikasına uy- durulmuştur.
Çağdaş düşünce sistemlerinin ve değer yargılarının yerleşmediği dönemlerde, bu kurumların önemi daha da büyüktü. Çünkü yönetici kesim- lerin başlıca sömürü ve baskı aracıydı o dönemlerde din.
Egemenlerin yedeğindeki din kurumlarının temel göreviyse, karşıt düşünceleri ve akımları bastırmak, mevcut toplum düzenlerinin, buna bağlı mülkiyet ilişkilerinin, zengin-yoksul, efendi-köle ayrımının değişmezliği, kaçınılmazlığı inancını yaymak, yerleştirmek/benimsetmektir. Batı feoda- lizminde bu işlevi yüklenen, Hıristiyan din görevlileri ve kilise, Doğu feoda- lizminde ve despotizmindeyse Islâmî din adamları ve cami olmuş. Bu ku- rumlar ve güçler, "feodal düzeni, tanrının İstediği bir düzen gibi gösterip korumaya ve onu haklı çıkarmaya" çalışmıştır. Bu temel ilkeyi iyi bilen ve bu stratejinin önemini algılayan Anadolu egemenleri, Osmanlı döneminde bu araca alabildiğine başvurdular. Os- manlı tarihleriyle, Mühimme Defterleri ve Şeriyye Mahkemeleri Sicilleri, bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Bunun en çarpıcı ve en acılı örneklerinden biriyse, 1514'te Anadolu'da gerçekleştirilen Alevi katliamıdır. Osmanlı Padişahı Yavuz Selim, bir üieşim-paylaşım ve genişleme kavgasından başka birşey olmayan Çaldıran savaşından önce, emekçi kitleleri yanına alamayacağını anlayınca kamuyu kırbaçlayıp harekete geçirmek ve egemenlerin çıkar savaşına araç edebilmek için, Anadolu'ya gönderdiği memurları aracılığıyla aktif Kızılbaşları "yediden yetmişe defter ettirmiş" ve Muftu Hamza Efendi, Şeyhülislâm Ibn-i Kemal gibi din adamlarına hazırlattığı fetva ve risalelere dayanarak; -sözde din adına ama gerçekte kendi çıkarları için- 50 binden fazla kişinin yok edilmesi ve binlerce evin tahrip edilmesiyle sonuçlanan kitle katliamına girmişti.
Bu fetva ve risalelerde, Kızılbaşlar; a- Şeriat ve Muhammedın sünnetine hakaret; b- İslam dini ve Kuran'ın tahrifi; c- Şeriatın yasak- ladıklarını mubah kabul etmek; ç- kuran ve öteki şeriat kitaplarına hakaret ve saygısızlık; d- Osmanlı ulemasını aşağılama ve küçültme; e- camileri tahribetme; f- Ebubekir ve Ömer'in halifeliklerini inkâr etme; g- Muham- med'in karısı Ayşe'ye iftira etmek, sövmek ve Islamiyetin öteki kurallarına uymamakla suçlanıyor ve fetvaya şöyle devam ediliyordu:
"... bu zikr olunan ve dahi bunlarun emsâl-i şer'e muhalif kavilleri ve fiilleri (onların burada sözü edilen ve bunlara benzeyen Öteki kötü sözleri ve eylemleri) bu fakir katında ve baki ulemâ-i d/7?-/ İslâm katlarında (tevatürle) malûm ve zahir olduğı se« bebden (benim ve öteki bütün İslam dininin âlimleri tarafından açıkça bi- lindiği gibi) biz şeriatün hükmi ve kitâblarımuzun nakli fetva virdük ki (şeriat hükmünün ve kitaplarımızın verdiği haklarla fetva verdik ki) ol zikr olman taife kâfirler ve mülhidlerdür(onlar kâfirler ve dinsizler topluluğudur) ve dâhi her kimse ki ânlara meyi idüb ol bâtıl dinlere razı ve muavin olalar (onlara sempati gösteren, bâtıl dinleri kabul eden ve yardımcı olanlar) ânlar dahi kâfirler ve mülhidlerdür (onlar da kâfir ve dinsizdir), bunları kırub cemâatlerin dağıtmak (cem'i müslümanlara) vâcib ve farz- dur (bunları kırıp topluluklarını dağıtmak bütün müslümanlarm görevidir), müslimanlardan ölen saîd ve şehîd cennet-i a'lâdadur ve ânlardan ölen hor ve hakir cehennemün dibindedür (müslümanlardan ölen kutsal şehitlerin yeri cennetin en yüce katıdır, o kâfirlerden ölenler ise hakir olup cehennem dibinde yer tutacaklardır), bunların hâli kâfirler hâlinden eşşedd ve ekbahdur (bunların durumu kâfirlerin -kitap sahibi Hıristiyan ve Yahudilerin- durumundan daha kötüdür), zira bunların boğazladükları ve dahi saydları gerek- se doğanla ve gerekse okile ve gerekse kelb ile olsun mur- dardur (bu topluluğun kestiği ya da gerek şahinle, gerek okla, gerekse köpekle avladığı hayvanlar murdardır), ve dahi nikâhları gerekse kendülerden ve gerekse gayrden alsunlar bâtıldur (onların gerek kendi aralarında, gerekse başka topluluklarla yaptıkları evlenmeler muteber değildir) ve dahi bunlar kimseden miras yemek yoktur (bunlara miras bırakılmaz), ve bir nahiye ehli ki bunlardan ola Sultan-ı İslâm e'zze'l-lahu ensârehu içün vardur ki bunların (ricallerin kati ibüd) mallarını ve nisalarını guzât-ı İslâm arasında kısmet ide (sadece İslam'ın Sultanının, onlara ait kasaba varsa, o kasabanın bütün insanlarını öldürüp, mallarını, miraslarını, evlat- larını alma hakkı vardır) ve bunlarun ba'de'l-ahz tevbelerine ye nedametlerine iltifat ve i'tibâr olınmayub kati olma (ancak bu toplamadan sonra onların tövbe ve pişmanlıklarına inanmamalı ve hepsi öldürülmelidir) ve dahi bir kimse ki bu vilâyetde olup ânlardan
idüği biline ve yahud ânlara giderken tuiula kati oluna (kim ki onlardan olduğu bilinir ya da onlara giderken yakalanırsa öldürülmelidir) ve bilcümle bu tâyife hem kâfirler ve mülhidlerdür ve hem ehl-i fesaddur, iki cihetden katileri vâcibdür (ve bu topluluk ham kâfir ve imansız, hem de kötülük yapjcı olduğundan, iki nedenle de öldürülmeleri vaciptir), Alahümme ensur men nasared-dîne ve ahzel men hazale l-müslimine (dine yardım edenlere Allah yardım eder, Müslümana kötülük yapanlara Alah da kötülük eder).
Yavuz Selim tarafından Şeyhülislâm Ibn-i Kemal'e yazdırılan "Fi tek- firi'r-Revâf iz: Rafizîlerin suçlanması, yok edilmesi" konulu risalede de (Risale Ii'1-Mevlâ içinde), Şiiliğin, Rafıziliğin Sünni mezhebince ve şeriatça reddedildiği ve Şiîlerin öldürülmesinin caiz olduğu kamuya duyu- ruluyordu.
Osmanlı egemenleri, burada sözde Tanrı ve din adına, ama gerçekte kendi çıkarları için dini ve dinsel kurumları kullanarak 50 binden fazla emekçi Aleviyi katlediyorlardı.
Yeri gelmişken, şeyhülislamların ve öteki din görevlilerinin Osmanlı toplumundaki korunma ve işlevlerine değinmekte yarar vardır.
Şeyhülislamlar ve öteki din görevlileri, aynı zamanda Halife de olan Osmanlı padişahlarının emir ve fermanlarına dinsel kılıflar uydurmuşlardır. Yavuz Selim'in ünlü Şeyhülislamı Ibn-i Kemal ve Kanuni Süleyman'ın ünlü Şeyhülislamı Ebussuud Efendi dönemleri, bunun tipik örnekleriyle do- ludur. Ebussuud Efendinin Ibn-i Kemal'den ders aldığı biliniyor. Tarihler, Ibn-i Kemal'i (muallim-i evvel), Ebussuud Efendi'yi (muallim-i sâni) olarak nitelendiriyorlar.
Sözde, cinlerin de çeşitli sorunlar karşısında danışmanlığını yapan Ibn-i Kemal'in günde bin kadar şer'i sorunu cevaplandırdığı belirtilir. Böylece, "hem inlerin hem de cinlerin müftisi" olduğu için "Müfti- s- Sakaleyn" olarak adlandırılan Ibn-i Kemal, yukarıda sözünü ettiğimiz risaleyi yayımladığı gibi, Kanuni döneminde daha pekçok konuda etkili ve yönetici olmuştur. Şeraf ettin Turan şöyle diyor: "Ibn Kemal Şiî propagan- dasının tesiriyle büyük bir sarsıntı geçirmekte olan Osmanlı ehl-i sünet te- fekkürünü bütün gayreti ile müdafaa etmiş ve Kanuni Süleyman'ı Safevile- re karşı mücadeleye teşvik etmiştir".
Osmanlı ulemasının burada sözünü ettiğimiz yaklaşımını ve dinsel kışkırtmalarını hemen her dönemde görmek mümkündür. Sözgelimi, yine günde bin dolayında fetva Ve hüküm vermesiyle ünlü Kanuni'nin dinsel danışmanı Ebussuud Efendi, "Kızılbaş taifesinin şer'an kıtali helâl olup, katleden gazi ve Kızılbaş taifesinin ellerinde maktul olanlar şehîd olurlar mı?" yolundaki bu soruyu şöyle cevap- landırıyor: "Olur, gazâ-l ekber ve şehâdet-i azîmedir."
Batınî düşüncelere şiddetle karşı olan aynı kişi, bazı sorular üzerine Hallac-ı Mansur ve Bedreddin gibi mutasavvıfları da, ölümlerinden nice yıllar sonra yeniden şer-î ahkâma göre mahkûm ediyor.
Koyu bir şeriatçı olan Ebussuud Efendi, Kızılbaşlara ilişkin başka bir fetvasında da, Müftü Hamza Efendi ve Ibn-i Kemal'in suçlamalarını aynen yineler ve "bu taifenin kıtali şâir kefere kıtalinden ehemdir" yani "bu topluluğun katledilmesi öteki kâfirlerin katledilmesinden daha önemlidir" der.
Başta Şeyhülislâm olmak üzere Osmanlı ulemasının yönetim mekaniz- masındaki etkisi kuşkusuz bu kadarla bitmez. Onlar, bireyin bireyle ilişkilerini düzenleyen özel hukuktan, devletin bireyle ilişkilerini düzenleyen kamu hukukuna kadar hemen her alanda etkili ve yönlendirici olmuşlardır. Nitekim Ebussuud Efendi'nin, Kanuni döneminde devlet ka- nunlarını şeriat hükümleriyle "te'lif" ettiği, timar ve zeametlerle arazi rejimi- ne ait esasların bu kişi tarafından verilen fetvalara dayandırıldığı hemen bütün araştırmacıların üzerinde birleştikleri noktalardandır "Kanuni Sultan Süleyman, eskiden mevcut veya yeni mevzu kanunlar hakkında her türlü itirazın önüne geçmek için Ebussuud Efendi'den fetva almış ve birçok me- selelerde olduğu gibi, arazi kanunlarının da şeHatle tezat teşkil etmediğini ilân sadedinde bu büyük fıkıh âliminin selâhiyetine dayanmak istemiş olmalıdır." Güçlü padişahların yânında 'destekçi' ve 'emirlere şer'î kılıf hazırlayıcı' işlevi yüklenirken, zayıf padişahlar üzerinde oldukça etkili ve nüfuzlu olmuşlardır.
Osmanlı yönetiminde önemli bir konuma sahip olan ulemanın ve din görevlilerinin önayak ve destekçi oldukları konulardan biri de "sünnileştirme" politikasıdır.
I. Ahmed üzerinde büyük nüfuzu bulunan Şeyh Aziz Mahmud Hüdai Efendi adında bir din adamının, "... ve her köye bir sünrii imam n*sboluna..." diyerek Saraya "sünnileştirme" politikası önermesi <îe konumuz açısından ilginçtir. Aynı kişi, "içlerinde şeriat ve sünnet eseri" olmayan ve "südd-i şeriatı" yıkmak isteyen muha- liflerin yola getirilmesini de ister.
Osmanlı yönetiminin, esnaf zümresini camiye çekmek için çarşıyı, esnaf dükkanlarını ve arastaları camilerin çevresinde kurmaları da, ayrıca bilinçli bir 'sünnileştirme' politikasını izlediklerini gösterir. H. Sadi Selen, şunları söylüyor: "İlk zamanlar esnaf zümresi daha ziyade tekke hayatına bağlı kaldığı halde, Osmanlılar bu zümreyi de camiye çekmek için yalnızca çarşıyı değil, esnaf dükkanlarını, arastaları da Ulucami etrafında kurmuşlardır."
Bu arada üzerinde durulması ve aydınlatılması gereken noktalardan biri de, Osmanlının gayr-ı müslim halklara karşı izlediği politikadır. Bazıları,
Osmanlıların gayr-i müslim halkları asimile etmedikleri, tersine onlara karsı t°A^e,h.°,S9örülü davrandıklarını söylerler. Osmanlıların, egemenlik ve etkinlik alanlarını genişletebilmek için, duruma göre kimi zaman oldukça hoşgörülü davrandıkları doğrudur. Ancak bu, onların başka düşüncelere ITr!!, °'P]a'fından1 kaynaklanmıyordu. Başka düşüncelere ne ölçüde saygıl oldukları yukarıdaki örneklerden bellidir.. Bir kez ideolojisi ümmetçilik olduğu için, başka halkları ulusal planda asimile etmesi sozkonusu olamazdı. Ayrıca katı, kemikleşmiş bir şer'î politikanın alevhte oluşumlara yol açacağın, bildikleri için şeriatınkat, kurallann, her yerte uy gulamaya yeltenmemişler, bu bağlamda gayr-i müslim halklarla -daha llffi" y0net1,G,leriyle-1bir «'aşmaya girmişlerdir. Osmanlı için aslolan, işbirlikçi yerel yöneticilerin öngörülen vergiyi ya da haracı Saraya göndermeleridir. Yerli halk,- işbirlikçi egemenlerin eline terk edilmiştir Bunun içindir ki, Avrupa kıtasındaki Osmanlı sömürge halkları, hem yerel derebeylere hem de Osmanlı yönetimine başkaldırmalardır.
Yoksa aynı Osmanlı'nın tehlikeli rakip saydığı Safeviler'e ya da şeri'at karşıtı yerli öğretilere aynı hoşgörüyü göstermemesi, bu çevrelerle
nlslnzah edilS?e'ede ^ Şerİ'a,m ^ k",CimVe bacını kullanması
* * *
Osmanlı döneminde şer'î düşünceye aykırı hareket edenlerin ceza- landın ma yöntemleri oldukça ilginçtir. Bu durumda olanların; a- küreğe ko nulmak b- çoluk-çocuğuyla Kıbrıs'a ya da başka yörelere sürülmek c aşırı bulunanları hırsızlık, katillik, eşkıyalık gibi suçlamalarla öldürtmek , dini önderleri suda boğdurmak ya da ateşe atmak yoluyla ceza andırdıklarını biliyoruz. y
^,hr!laMlaJIİŞk'^ebuiu?uk'a" savıyla Kızılbaşların, ya aileleriyle birlikte Kıbrıs Modon, Koron gibi adalara sürülerek soyutlandıkları ya da hırsızlık eşkıyalık ve başka suçlar yüklenerek idam edildikleri biliniyor.
Ahmet Refik (Altınay), Rafızîlik ve benzeri düşüncedekilere karşı uy- gulanan yoğun kıyım ve kırımı anlatırken şöyle diyor: "Rafızîlerin (def- ter ıdılub) öldürülmeleri, bazılarının (Kızıl.rmağa ilka) -yani Kızılırmakta boğdurulmaları-, bazılarının (ihrak-ı binnar) edilmele- ri-yanı ateşe atılmaları- muntazam bir sistem dahilinde tatbik edilmiştir. Rafızıleri bulup ortaya çıkarmak için casuslar tayın olunduğu gibi, Bektaşi zaviyeleri de edilen ihbar üzerine, teftiş altında bulundurulmuştur."
Osmanlı kaynaklarında Alevi, Kızılbaş, Rafızî Bektaşî Si- mavi (Bedreddinîler), Işık (Babaîler) öğretilerine bağlı insanlar.n izlen- diğine, cezalandırıldığına ve kitaplarının yakıldığına ilişkin sayısız bilgi ve belge vardır. Bu tür izleme, kovuşturma ve cezalandırmaların, Halifeliğin
TauSll^LTf' Pİr fUİt,an'inyaşad'â' dönemde alabildiğine yoğunluk kazandığını da vurgulayalım. Sadece 1558-1591 yıllarına ilişkin
^•eLIÇ,rL^Refik'in0sman"Devri"de Rafızîlik ve Bektaşfk adlı kitabına bakmak, bu konuda bilgi vermeye yeterlidir). BeKtas,l,k
vavmn^l'T'be,9flerİnde' bugÜnoldu9u 9ibi' emekçiler arasında yaygınlaşan düşüncelerin yanısıra çeşitli kitapların izlenmesi
iZTZnel^Z^f ^ W* buy'ukvardlr- Bu konudakTbuyrut larda genellikle bu kitapların "şeriata aykırı Rafızî kitapları" olduğu bel'rtıljr ve "zikrolunan kitaplar her kande ise ele ge?ürüb mezkurlar, habsedüb, vukuu üzre yazub arzedesin" denir
Onsekizinci yüzyılda Karahisar Mutasarrıfı Kanyiyici Bekir EKpHnT köyübalkın'yukarıdaki gerekçelerle suçlayarak, köyün tekkesine doldurup yakması da bu ilginç örneklerden biridir
naHi?aShTn'' dö,neminde.egemenlerin dinden yararlanması olgusunu Halife- padışah Kanunı'nın şu şiirinde bile açıkça görmek mümkündür:
Allah, Allah diyelim, sancağ-ı Şahı çekelim
Yürüyüp her yandan Şarka sipahi çekelim
Bulaşıp toz ile toprağa burâhi çekelim
Pâymâl eyleyelim kişverân-ı Surh-serin
Umarım rehber ola bize Ebu-Bekr u Ömer
Ey Muhibbî yürüyüp Şarka sipahi çekelim. .Görülüyor ki din ve dinsel kurumlar, çeşitli toplum olaylarında ve dev- letlerarası sorunlarda sürekli olarak bir "itme" öğesi olarak kullanılmıştır
(M.Bayrak: Pir Sultan Addal, Ank. 1986, s. 35-43). w* £lf,la^an' 5arPlclbir gerçeğin daha altını çizmek gerekiyor. Islama mnSfnS ldUŞma[,.°lmakl? su?lanan (Kızılba?) Safevilere karş,; savaş du- Efin £Jrrl" afa9l,amanın yapıldığını; anlaşma durumundaysa, örüyoruz.5? *V davan'larak 'barış' için gerekçeler yaratıldığın!
Sözgelimi Yavuz Selim döneminde doruk noktasına varan ve onbİnler- ce kışının hayatına, bir o kadar hanenin yıkımına maledilen Osmanlı-Safevi k-?k!mH=?lnS°nra15,55BarışAnlafması'nın imzalanması aşamasında, ■P«rfiîh ayetler dayanak gösterilerek şöyle deniliyordu
«»£mS Yf hükümdarların ananesi, aralarında sulh H&Tf Oİdugulli?ın'. Su,h Anlaşmasının imzalanması İslâm dinine Uygun ve Müslümanların menfaatinedir." (a.g.e, s.43).
örneS'riy^ doTu'du1^''"6SİC'"erİVeMÜhİmme °efterlerİbunUnsay,sız 71- Yavuz Sultan Selim'in, Şah İsmail'le girdiği Çaldıran Savaşı
|